Ahlat Ağacı (2018)

dramyeni.jpg
Gerilim.jpg
 
Ahlat ağacı.jpg

Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan

Yıldızlar:  Dogu Demirkol, Murat Cemcir, Bennu Yıldırımlar

Ödüller: Cannes F.F. - Altın Palmiye (Aday)

Bence: Ahlat Ağacı, sakinlerine “kendilerine en yakın hayatları” dayatan, hayallerini zaman içinde soluklaştıran taşranın farklılıkları yontmaya, özneyi iğdiş etmeye ve içinde var olmaya çalışanları kırpa kırpa birbirlerine benzetmeye uğraşan donukluğunun içinden sesleniyor. Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye için yarışan son filmi, en öznel bakışla bireyin kendi sıradanlığı ile yüzleşmesinden, en toplumsal perspektiften bugünün suyun üzerinde kalan sorunlarına uzanırken kafasını çevirdiği her yönde derinleşebilen bir dram.

Ceylan, küçük şehir (Çanakkale) – kasaba (Çan) – köy ayrımında taşranın, seviyeler arası ortak olan ve farklılaşan zincirlerinin kurduğu yapıyı, zorladığı/şekillendirdiği bireyi ve bu çerçeve içinde oluşan ilişkileri ağının doğasını Karasu ailesi üzerinden tartışıyor: Çanakkale’de üniversiteyi bitirip Çan’daki aile evinde dönen Sinan Karasu (Doğu Demirkol) ve at yarışı belasına bulaşarak önce ailenin birikimlerini, sonra her seviyede iktidarını kaybetmesine rağmen saygınlığını bir nebze olsun koruyan babası İdris Karasu (Murat Cemcir) arasındaki etkileşim filmin ilişkiler ağı içinde ağırlık merkezinde yer alıyor.

ahlat ağacı 5.jpg

Filmin tartışmaya kalktığı konuların önemli bir bölümü bu baba-oğul ilişkisinin yörüngesinde sunuluyor. Kurgularda çokça işlenen güçlü bir babanın gölgesinden kurtulmak üzerinden bir Ödipal durum yerine, Sinan-İdris ilişkisi daha çok Freud’un kendi zayıf babasıyla ilişkisini andırıyor. İdris, bir yandan zayıflığını ve mahcubiyetini yapay kahkahasının ve şakalarının ardına saklarken, kasabada taşranın uyuşturucu ve benzeştirici etkisinden İdris gibi sıyrılabilen fazla insan yok: İdris, içtenlikle doğaya dönüşe özenen, hayvanlarla beraber sevgi dolu bir hayat kurmaya özlem duyan, genel geçer metalaştırma düzeninin dışında kalabilmiş ve en önemlisi taşranın çoktan seçmeli sunduklarının dışında kendine has hayaller kurabilen, uysallığının ve çatışmadan kaçan tavrının altında pasif bir itiraz yatan  karmaşık ve katman katman bir karakter. Kasabanın yanı başındaki köydeki arazisinde açtığı kuyudan su bulup, yaklaşan emekliliğinde o bulduğu suyun büyüttüğü otlak sayesinde koyunlarla yaşamanın peşinde… Tüm köyün alayına rağmen olmayacak yerde su arayışı İdris’in Sisifos taşı – hatta bir sahnede İdris’in kuyudan çıkartmaya çalıştığı taş geri kuyuya yuvarlanıyor! 

Tanrılara isyan eden Kral Sisifos’u Zeus cezalandırır. Cezası ağır bir kayayı bir yamaçtan yukarı tepenin öte tarafına taşımaktır – ama Sisifos kan ter içinde zar zor kayayı tam en tepeye çıkartmak üzereyken her seferinde taş aşağıya yuvarlanacaktır. Video: Sisifos Miti - Albert Camus’den (İngilizce video)

Babasını küçük gören ve onun anti-tezi olduğuna inanan Sinan kasabanın diğer hayal edeni ve öğrenciliği döneminde yazdığı kitabını bastırmak da Sinan’ın Sisifos taşı. Sinan’ın gözünden İdris algısı, İdris’le ilişkileri ve kendi taşı ile babasının taşı arasındaki – kendisi ile babası arasındaki- bağın niteliğini kavraması filmin ana akslarından biri… Bu arada İdris'nın babası Recep (Tamer Levent) de "Demokles'in Kılıcı" olarak bir diğer baba-oğul ekseni yaratıyor. Bu eksenin doğası Kafka'nın "Yargı" öyküsünde geçen pasif-Ödipal Freudyen baba-oğul ilişkilerine benziyor; ancak filmdeki ağırlığı daha düşük.

İdris ve karısı Asuman (Bennu Yıldırımlar) Nietzsche’nin "Ebedi Dönüş" testinden geçebilecek yegane karakterler. Nietzsche’ye göre insanın yaşamını her anıyla sevebildiğini göstermesi için hayatının sonsuza kadar tekrar tekrar yaşayacağını varsaymal…

İdris ve karısı Asuman (Bennu Yıldırımlar) Nietzsche’nin "Ebedi Dönüş" testinden geçebilecek yegane karakterler. Nietzsche’ye göre insanın yaşamını her anıyla sevebildiğini göstermesi için hayatının sonsuza kadar tekrar tekrar yaşayacağını varsaymalı, böylece yaşamını döngüsel hale getirmelidir. Yaşam döngüsel bir sonsuzlukta dönünce, olaylar arası sıralama önce-sonra kavramları kaybolur ve hayatın her anının değerini eşitlenir. Bugün çekilen dert yarınının ödülü ile temizlenemez, her anı – çektiği cefalar sonunda kavuşacağı ödül olmadan sevmeyi gerektirir. Nietzsche, yaşamın getirdiği herşeyi - olduğu haliyle ve her anıyla sevmeyi insan varlığının yegane amacı olarak görür.

Sinan’ın peşinden koştuğu kitabını bastırma (ve devamında yazar olma) hayalinin yanında mezunu olduğu öğretmenlik ve atanamayan öğretmenler için son çıkış çevik kuvvet polisliği seçenekleri/hayat tercihleri arasında çabalarken karşılaştığı veya etkileştiği diğer “taşralılar” ile ilişkileri üzerinden film genişliyor ve hikaye çizgisel bir yapıdan kurtularak – çıkmaz sokakları, bulvarları, ara sokakları, kaçak yapılarıyla bir kent gibi- genişlik kazanıyor. Çizgisel anlatımdan alana taramaya geçmek Ceylan’a büyük bir esneklik kazandırmış. Ceylanın peşinde koştuğu bir diğer ikilik de şu: İnsanların hayata - doğaları gereği- hep kendi hikayelerinin üzerinden dokunmasının bir sonucu olarak; kendilerini “özel biri” mertebesine koyuyorlar, bu yanılsamanın bireyin yüzüne vurulduğu temel aydınlanma anları var - Ahlat Ağacı’nda insanı kendi gerçeğine yaklaştıran bu  hayırlı felaketler ile yapının (taşranın-bugünkü kapitalist düzenin vs vs.) müsaade ettiği ufak zaferleri yaşamdaki gibi yan yana koymuş.

ahlat ağacı 6.jpg

Nuri Bilge Ceylan, filminin kalın felsefi iskeletini post-yapısalcı bir karamsarlık ile kurgulamış

“Olanlar yoktur, yorumlar vardır”

“Zaman dediğin sessiz testere”

 “Söylemeyince gerçek değişirmiş”

"Hayatta sadece tek bir gerçek yok!"

 Ancak, Ceylan izleyici ile karanlık bir ilişki kurmamaya karar vermiş: Ceylan’ın Demirkol ve Cemcir tercihlerini de etkileyecek, filmi akışını izleyici için yağlayacak,  Ceylan en derine girdiğinde bile izleyicinin nefes alamaya devam edebilmesini sağlayacak dalgıç tüpleri gibi bir mizah tınısı da film boyunca etkili. Filmin merkezindeki ağırlık izleyicinin üstüne oturmuyor; film izleyiciyi sıkıştırmadan ve kahretmeden yürüyor.  Filmin tonun çok sesli zenginliğinden de bahsetmek gerekir: 

  • Zaman zaman bilinç-dışına uzanan ögelerin yanında genel akışta biçimlendirmeden uzak duran gerçekçi atmosfer; 
  • büyük Rus romanlarını hatırlatan anlatım ( ve zaman zaman Çehov'u, zaman zaman Dostoyevski'yi anımsatan karakterler);  
  • ana akım senaryo yazım kurallarının dışına çıkan, gündelik yaşama ve dile yedirilmiş sinematografik dille güçlendirilmiş felsefi münazaralar

en derindeki post-yapısalcı pesimizm ve en dış kabuğundaki filmin ayağına dolanmayan mizahın arasını doldurarak filmin tonunu beraberce dinamikleştirmişler.

ahlat ağacı 2.jpg

Nuri Bilge Ceylan, Sinan’ın yaşadığı hayata olan öfkesini göstermek, ruhunun dişlerini sıkışını seyirciye ulaştırmak için J.S. Bach’ın Passacaglia ve C Minor Füg’ünün giriş bölümünü kullanmış. Parça, bir yandan da pek çok sahnenin baştan tonu izleyiciye söylüyor, sahneye açılıştan bir momentum kazandırıyor. Tekrar tekrar çalınan bölüm bir duygu hafızası yaratarak ve filmin ikinci yarısında etkisini giderek güçlendiriyor. Filmin üzerine hafiften sinen Rus edebiyatı kokusunu bir şekilde de kesifleştiriyor... Buradan dinleyebilirsiniz:

J.S. Bach’ın Passacaglia ve C Minor Füg

00:39 sonrası Ceylan’ın defaatle kullandığı bölüm.

Ahlat Ağacı ile ilgili kimi eleştirilerde devamlılık sorunlarından bahsediliyor; ancak devamlılık sorunları filmin dalgasına binemeyip sıkıntıdan bu gibi detaylarla uğraşabilecek vakti bulan izleyicinin yakalayacağı çok da önemli olmayan hıçkırıklardandır. Bunun yanında filmin aşırı uzun olduğu ile ilgili eleştiriler de var; doğru, kimi başka iyi yönetmenler filmdeki bazı diyaloglara saç tıraşı yapabilirlerdi, ancak 188 dakikalık filmden çıkarken aklımda filmi en yakın zamanda ikinci kere izlemenin planlarını yapıyordum. Ancak filmde yapılan yatırımın karşılığının yeterince alınmadığı bazı karakterler olduğu görüşündeyim. Mesela, Sinan’ın kız kardeşi Yasemin’in hikayeye katkısı, ekran zamanına bakınca az kalmış. Annesi Asuman’ın yanında Yasemin, Gargamel’in yanındaki kedisi Azman kadar etkili…
 

ahlat ağacı 3.jpg

Özellikle Doğu Demirkol ve Murat Cemcir'in performansları beklentilerimi aştı - kendilerinden bir ufak özür dilemeliyim, çünkü adlarını ilk gördüğümde şaşırmıştım. Daha kısa rolleri olsa da Bennu Yıldırımlar ve Hazar Ergüçlü'nün performansları da övgüye değer. Nuri Bige Ceylan'ın önce oyuncu seçimdeki isabet oranı, sonra oyuncu yönetmenliğindeki başarısı alkışı hak ediyor. Görüntü Yönetmeni  Gökhan Tiryaki'ye yapılan eleştirilere katılmıyorum, filmin başarısındaki payı yadsınamaz.

ahlat ağacı.jpg

Ahlat Ağacı’nın kapladığı alana, bu alanın içinde kat ettiği mesafeye, izleyiciyi hemen yakalayıp film boyu göz kırptırmadan devamlı çalıştırmasına, film bittikten sonra da zihnini uzun süre aynı güçle bükmeye devam edebilmesine, sinematik belagatinin gücüne ve felsefi iskeletinin kalınlığına ve bunca yüküne rağmen 188 dakikanın göz açıp kapamak gibi geçmesine bakınca senenin en iyi filmlerinden olduğu kuşku götürmez… 03saat08dakika. Türkiye, Makedonya, Fransa, Almanya, Bosna-Hersek, Bulgaristan, İsveç ortak yapımı.

Tempometre_1.png
Retinal_OK_2.png
FelsefiDerinlik_06.png
GorselZenginlik_09.png

Puan:

9.5.JPG
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Notlar nümerik değil, kategoriktir.

Fragman

Sisifos’u gördüm işkenceler çekerken;
Yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı,
Habire itiyordu onu bir tepeye doğru,
İşte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam,
Ama tam tepeye varmasına bir parmak kala,
Bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, Aşağılara yuvarlanıyordu,
Baş belası kaya,
O da yeniden itiyordu kayayı, tekmil kaslarını gere gere
Kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden,
O da durmadan itiyordu kayayı, kan ter içinde.
— Odysseus (Odysseia Destanı, Homeros)
ahlat ağacı sisifos.jpg