Alabora - Surge (2020)
Yönetmen: Aneil Karia
Oyuncular: Ben Whishaw, Ellie Haddington, Laurence Spellman
Ödüller: Sundance F.F. – En İyi Oyuncu Özel Jüri Ödülü
Bence: Aneil Karia’nın Alabora’sı bir düşüş filmi olarak öne çıkartılsa da bence aksine bir yükseliş filmi… Şöyle ki; hem filmin etrafına örüldüğü merkez karakter Joseph’in etrafını sarıp onu mekanikleştiren iktidar ilişkileri ağını başarılı yırtma teşebbüsü olarak bir yükseliş filmi hem Joseph’i canlandıran Ben Whishaw’un zaten yüksekten uçan kariyerinde bir adım daha yükselişinin filmi hem de Karia’nın Joseph’in etrafına sardığı iktidarı yırtışını izleyiciye nefes nefese sunabilmesiyle onun yükselişinin filmi… “Düşüş filmi” tanımına döneceksek olursak da onu şöyle güncelleyip düzletebiliriz belki: bir yukarıya düşüş filmi. Alabora; uzaktan (ilk) bakışta sıradan bir iş yapan sıradan bir hayatın içinde sıradan bir adamın, yakından bakınca oldukça sıradan sıra dışılıklarını filmin gezegenlerin hizalanması gibi bir araya getirerek hepimizi saran yapıyı çatlatmasını anlatıyor. Karia’nın filmi, 24 saatlik tempolu bir olay örgüsü içinde bir yandan -başta biçimsel tercihleri ile- rahatsız edici ama diğer yandan pek çok filmde birbirlerini dışlayan iki özelliği bir arada yaşatmayı becermiş: Alabora hem akışkan hem felsefi derinliği olan bir film.
Alabora serim bölümünde, hepimizin içine sıkıştığımız ve yapmamız gerekenleri zihinlerimize fısıldayan bütün yapının dışında Joseph’in tek başına nefes alıp vermesini sağlayacak büyük yırtılma için gereken enerjiyi Joseph’in üstüne çevresel ve psikolojik faktörleri istifleyerek biriktiriyor. Joseph’in sırtında birikenler, zamanı gelince çığ gibi tek seferde yapının üstüne odaklanarak düşecek. Delik bu esnada açılacak.
Havaalanı güvenliği olarak çalışan uyumsuz Joseph, rutinlere hem umutsuzca sıkışıp hem de yapının acımasızlığından aynı rutinlere sığınıyor ve yapının dayattığı ödevlerle ancak bir mekanikleşmeyle baş edebiliyor. Joseph’in bu sıkışmışlıkta bastırma duvarının ardına yığdıkları ve bilinçdışını saran diş çürüklerinin içindekiler, imkan buldukça kafalarını çıkartmaya başlıyorlar. Bunlar gelmekte olanın öncü sarsıntıları… Alabora, normal’in üstüne koyunca eğri büğrü duran, yapının şablonlarına sıkıştırmaya çalışınca kimi yerde kenardan taşan kimi yerde şablonun içini yeterince dolduramayan, yapının ideal dayatmasının karşısında yine yapının hastalıklı bulacağı Joseph’in varlığının, kendi üstüne çökmesinin ve yapının dışına kendisini fırlatabilecek güçte bir süper nova olarak patlamasının hikayesi...
Filmin temposu ve filmin kamerayla ilişkisi Safdie’lerin Good Time’ını hatırlatıyor. Delilik-normallik eksenini gerilim üreteci olarak kullanan Alabora, bu tercihinin sonucu-bedeli-ödülü olarak kamerasını çoğunlukla omuzda taşıyor ve filmi perdede izlemek taranacak alanı arttırdığından, talep ettiği göz hareketinin genliği kimi izleyici için rahatsız edici bir yorgunluk yaratabilir. Bu fazla büyük hareketlilik içinde, bir yandan filmin kurduğu dilin çalışmasını sağlayan ve türlü incelikli yapı malzemesini tek başına üreten, diğer yandan film boyu seyirciyi uydusu gibi etrafında taşıma başarısını gösteren Whitshaw her türlü övgüyü hak ediyor.
Alabora; tepeden inen değil, yukarıdakiler aşağıdakiler ayrımı yapmaksızın herkesi her seviyede saran ve görevlendiren ve belirleyen Foucaultcu iktidar (ilişkileri) ağını yırtma ve bu yırtığı incelenme denemesi olarak da görülebilir. Film, yırtığın oluşabileceği koşulları oluşturup; ağın çalıştığı, ağın esnediği, ağın yırtıldığı durumların içine izleyiciyi sokarak, izleyiciye bu durumlar arası farkları tartma ve ağın kendisini damıtma fırsatı veriyor. Foucault’nun deliliğe bakışı üzerinden bu ağı delmek üzere bir tür mızrak başı olarak oluşturuyor. İktidar ilişkilerinin kurulup akacağı herkesi birbirine bağlayacak sosyal ilişkiler ağını içinde mızrak başını eline vereceği Joseph’e uzanan sosyal kolları (ve iktidarın gücünü) film iyice silikleştirmiş ve Joseph’in işini baştan kolaylaştırmış. Joseph, filmin ağzından çıktığı haliyle: “bir anti-sosyal”. Bunun yanında ailesi ile ilişkileri üzerinden Joseph’e yine sıra dışına çıkmaya uygun bir geçmiş giydirmiş ve yine aile ilişkileri üzerinden bugünü üzerine rötuşlar yapmış. Son olarak film onu havaalanı güvenliği olarak kalabalıklar içinde yalnız bırakmış. Tikelliği ve insan ilişkilerini önemsemeyen, mekanik, önergeler üzerinden ifa edilecek iş tanımı olan bir işe yerleştirmiş.
Joseph’in ailesi ile ilişkisi ve yapı dışına hamlenin psikolojik boyutunun ayağını yere bastırmak için film bolca zaman ve enerji harcamış. Kendisine uzanan iktidarın örtüsünü, zayıf bağları son bir hamle ile yırtmak için Alabora bir ufak dalgalanmayı Joseph’in içinde rezonansa sokarak bir deprem dalgası yaratıyor ve onu uçurumun kenarından ittiriyor. Alabora, Joseph aşağı düşerken kazandığı momentumla yere çakılmasına izin vermeyip bu enerjiyi iktidar ağını yırtmasına yönlendiriyor; tüm enerjiyi mızrağın ucuna odaklıyor.
Joseph’in örtüyü yırttıktan sonra örtüden dışarı kafasını ilk geçirdiğinde çıkarttığı seslerin bebek sesine benzemesi, ağın içinde bireyin üstüne yağan ödevlerden ve bireyi kendisine biçilen yolda tutan ödül ve cezalardan azade Joseph’in daha önce tanımadığı bir varlık alanına atılması ve bir yenidoğana dönüşmesi ile ilgili… Film, Joseph’e öznelik yönüne doğru bir adım attırınca, Joseph’in yapının içinde arkasında bıraktığı boşlukta izleyiciye her şeye karar veren yapının gözünde eskiyince yerini başkasına bırakacak harcanabilir bir parça olmak’lığı gösteriyor.
Filmin “ağın içinde ve normal ve aklı başında olmak” karşısında “ağı yırtmış ve özgün/ayrık ve ‘deli’ olmak” olarak koyduğu iki kategoriye karşı bakışını ve bu bağlamda anlatı perspektifini, Joseph’e bakışından açıkça görebiliriz. Hiçbir izleyici, Joseph’in filmin başında didiklediğimiz kırılma öncesi sistem içindeki hayatının gelecek için önerdiği patikaların, bunca başına sarılan belaya rağmen filmin sonunda dışarıya çıkıp dönmüş Joseph’in önüne baktığında gördüklerinden daha iyi olduğunu iddia edemez. Bu sınırı film taammüden çiziyor; Alabora, bu yırtma hamlelerini ve bu yırtıkları büyütmeyi bedellerine rağmen içerde kalmanın konformizmine yeğ tutuyor. Bu övgüsünün arkasında durmak için de olay örgüsünü tamamını- özellikle sonunu- vahşetten uzak tutuyor ve bir anlamda Joseph’i başına gelmesi olası senaryoların kötülerinden koruyor. Joseph vakasının başlangıç koşullarını sabit tutarak Joseph’in tekrar tekrar hayat içinde deneneceği bir simülasyon düzeneği kurabilsek, bu simülasyonun çıktılarının çoğunda sistem Joseph’e karşı çok daha sert karşılıklar verebileceğini düşünüyorum. Film olası tüm sonuçlardan yumuşaklarını özneliği; tatmış, sevgili Joseph’ine reva görmüş …
Yine de Alabora’ya hayalci demek doğru değil, çünkü denediği yırtığın kalıcı olamayacağının – en azından tek başına bir bireyin, bir hamle ile açtığı bu minik yırtığın kalıcılı olmayacağının- farkında… Bireyin parçalı yapısının ve özneliğinin kalıcılığını sağlayacak bir merkezi olmadığının bilincinde. Ağın kendisini onarmasına izin veriyor, koptuğu yerde akışı bozanları, mesuliyet taşıyanları da cezalandırıyor.
Hepimiz bu iktidar ağının içine doğduğumuz ve “normal” olmayı kabul ettiğimiz sürece bu örtünün bize dayattıklarını, fark etmeden uyguladığımız iktidar örtüsünün emirlerini bir yanılsama içerisinde kendi özgür irademizin çıktıları sanıyoruz. Bizler bu örtünün olmadığı durumu, örtünün olmadığı bir paradigmayı bilmiyoruz. Kendimiz dışındaki her varlığı duyu organlarımız dolayımıyla sınırlı ve uyduruk bir zihin kurgusu içinde yeniden kurduğumuzdan, varlıkların kendi olmaktalıklarında tecrübe edemiyoruz, ne olduklarını bilmiyoruz. Buna benzer olarak, bir paradigma içindeyken başka bir paradigmayı tam manasıyla anlamak da mümkün değil, çünkü hala içinde bulunduğumuz paradigmanın kavramlarıyla ve bilgi edinme yöntemleriyle hayal ediyoruz. Şeyleri/ilişkileri zihnimizde yeniden ancak bu paradigmanın uygun gördüğü biçimde kuruyoruz. Bu sınırlılık sadece izleyiciler için geçerli değil, filmin başta yönetmeni tüm yaratıcıları, oyuncuları, hepimiz iktidar ağının içinde, aynı paradigmanın aynı iktidar ağının içindeyiz. Bu ağın eridiği, bu ağın var olmadığı bir paradigmayı bizler bilmeyiz. Ancak bunu kendi evrenini kurmaya kadir filmin kendisi (film-zihin) hayal edebilir. Film, kendisi, bunu hayal etmeyi başarsa da bize uzattığını sindirebilmemiz de tam manasıyla algılamamız da mümkün olamayacak. Bu ağın dışının nasıl olduğunu düşünen film-zihinden sızan öznelik kokusunu eğer şanslıysak belki duyabiliriz. Verilen koşullarda – koşulsuzlukta- bu da değerli… Alabora’da bu kokuyu salona doldurmanın derdinde…
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi
Bonus:
Yazıda adı geçen Safdie Kardeşler filmi Soygun - Good Time (2017) hakkındaki kısa yazıma sizi götürecek bağlantı adresini de burada paylaşayım istedim. Yazıya, postere tıklayarak ulaşabilirsiniz: