Dovlatov (2018)
Yönetmen: Aleksey German
Yıldızlar: Milan Maric, Danila Kozlovsky, Helena Sujecka
Ödüller: FEST Uluslararası F.F. - FIPRESCI Sırbistan Ödülü Özel Mansiyon (Aleksey German)
Bence: Aleksey German’ın yeni filmi, Stalin’in 1953'teki ölümünden sonra Sovyetler Birliği’nde bir süreliğine göreceli olarak gevşeyen vidaların, 60’ların sonlarından itibaren yeniden sıkıştırılmasıyla artık bir devlet refleksi olarak her yeri istila eden paranoya ve gerçek ile kurmacanın birbirlerinin içinde yaşadığı Brejnev dönemi atmosferinde geçiyor. Genel olarak Sovyet toplumunun, özelde Sovyet sanat çevrelerinin kuşatılmışlıklarını, Ermeni asıllı Rus yazar Sergey Dovlatov’un Leningrad’da 1971 Kasımındaki altı günü üzerinden canlandırıyor. German'ın filmi, bir biyografi olmaktan çok; 70'ler dönemi Brejnev yönetimi Sovyetler Birliği eleştirisi ve filmin en ön cephesinde dönemin sanatçılarının devletin onları sıkıştırdığı alan içerisinde sıradanlaşmak ile devlet eliyle tamamen görünmez hale gelmek arasında kalmaları, bu sıkışıklıkla nafile mücadeleleri ve onlara dayatılan zor tercihler var.
German, Sergey Dovlatov’un; baba, oğul, kendine alan açmaya çalışan avangart sanatçı, para kazanmaya çalışan fabrika muhabiri, Yahudi, eski eş, kendi kendisiyle kalınca dönüştüğü kötümser-hayalperest olarak pek çok yüzüyle ilgilenerek anlatımını boyutlandırmaya, çok sesli hale getirmeye çalışmış. Ancak filmin eleştirdiği dönemle olan benzerlikleri kendi ayaklarını bağlamış: (Film olarak) Dovlatov (2018); yenilikçiliğe-deneyselliğe tamamen kapalı, sloganlarını en kısa yoldan muhataplarının gözüne sokarak kabul ettirme peşinde bir fikrisabit, bir dayatmacı...
German’ın belki de en kötü tercihi filminin içindekileri bir kitapmışcasına izleyicinin üstüne dökmesi, her şeyi dümdüz "söyleme"yi yeterli bulması... Dovlatov (2018); sinemanın kendi araçları ve sinemaya has iletim kanallarını kullanmak yerine, derdini sadece senaryo üzerinden izleyiciye itelemeye çalışıyor. Böylelikle German'ın zihnindeki kelimeye dökülemeyecek hiçbir bağlantı izleyiciye ulaşamıyor - bir ihtimal German'ın bu konu özelinde fakir ve zaten kaynağında akacak pek bir şey de yook. Film aynı çizgiyi üzerinden geçerek kalınlaştırmaya çalışan bir kurşun kalem gibi aynı yerde ileri geri salınırken sekanslar boyu aynı kalıbı izleyiciye tekrar fırlatıyor: “70’ler Sovyetler Birliği kötüdür. Yaratıcılığı öldürür. Sisteme hizmet etmezsen seni bir köşede çürümeye bırakır. Çürümeye itiraz edersen cezalandırır. Bakın kaçanlar nası başarılı oldular. Şimdi, bu dediklerimi -bir kez daha- Sergey Dovlatov ve arkadaşları üzerinden izleyelim.”
İçerikle ilgili sorunlar yetmezmiş gibi German -ve görüntü yönetmeni Lukasz Zal- yeniden canlandırdıkları dönemi tuhaf bir biçimlendirmeye tabi tutmuşlar. Toprak tonları ve hardal sarısının hakim olduğu bir renk paleti ile gerçeği boyamışlar, sefaleti saklamışlar; en fakirler bile tertemiz, yer altı işçilerinin yanakları bile sağlıkla kıpkırmızı... Dişler hep bembeyaz, herkes güzel ya da yakışıklı... Bir tek paçada bile çamur yok... Bu biçimlemlandirme tercihlerinin anlatıma katkısı, niyesi de çok belli değil.
Dovlatov, yapısal tıkanıklıklarına rağmen, tüm bu tam olmamışlıklarla yükselen derme çatma yapısı hiç yürümüyor değil; çöl ortasında vahaları var– örnek: Dovlatov’un rüyaları, kalabalık sahnelerin dinamikleri, bazı ikililer arasındaki uyum vb. Dovlatov’u oynayan Sırbistanlı oyuncu Milan Maric’in abartıdan uzak ve serinkanlı oyunculuğu, duygusallığın yükseldiği ve kayıtsız-nüktedan tavrını bırakması gerektiği sahnelerde ufalanıyor…
Dovlatov’un (2018) tam manasıyla devir aldıramadığı motoru "baskıya uğrayan bir büyük Rus sanatçısı üzerinden; Sovyet komünizminin muhalif sanatçılar üzerindeki baskısının" filmini üretmeye çalışıyordu. Şansılıyız ki, Dovlatov ile "amaç cümleleri" çok benzeşen ancak -bu defa- hedefi vuran; sinematik dili ile, derinliği ile tıkır tıkır çalışan bir film var: Ünlü sürrealist/absürdist Rus şair Daniil Kharms'ın hayatını konu edinen Ivan Bolotnikov filmi Kharms (2017)... İki filmi izleyip karşılaştırmak eğlenceli bir sinefil gecesi aktivitesi olabilir. Hatta konudan biraz uzaklaşmak pahasına, daha öznel bir hikaye üzerinden ve daha post-modern bir yaklaşımı olan Milan Kundera’nın kitabından uyarlanan Philip Kaufman filmi Daniel Day Lewis ve Juliette Binoche’lu Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni (1988) de üçüncü film yaparsanız eğer; kendinizi ve sinefil dostlarınızı gecelerce meşgul etmeyi vaat eden bir tartışma düzlemi yaratmış olabilirsiniz.
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Notlar nümerik değil, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi!