Gıkımı Çıkarmayacağım - Ne Croyez Surtout Pas Que Je Hurle – Just Don’t Think I’ll Scream (2019)
Yönetmen: Frank Beauvais
Kurgu: Thomas Machand
Ödüller: Lumiere Ödülleri - En İyi Belgesel (Aday), Louis Delluc Ödülleri - En İyi Film (Aday), Stockholm F.F. - En İyi Belgesel/Bronz At (Aday)
Bence:
Frank Beauvais’nin kendi etrafına dolayarak yarattığı Gıkımı Çıkarmayacağım, hem avangart hem bugünle etkileşimde olmayı başaran, alabildiğince öznelken hepimize dair olanla da etkileşimi kaybetmeyen, ulaşılabilir ve çarpıcı bir film. Gıkımı Çıkarmayacağım, edebiyatla sinemanın sınırında duruyor gibi gözükse de izleyicinin filme ilişki kurma tercihleri, Beauvais’nin işini “harika bir film”e dönüştürecek olanaklar sunuyor. Edebiyatla ilişkide olmak kötü mü, elbette değil ama mecra sinema ise burada sinemanın pazıları doğal olarak daha güçlü…
2016 yılındayız. Filmin yaratıcısı Frank Beauvais, bir gönül hikayesiyle şehirden kopmuş, annesine de yakın olmak maksadıyla ve Alsace kırsalına yerleşmiş, geri dönüş umutları da işsizliğine takılmış; melankolik, kaygı duymaya meyilli ve takıntılı doğasıyla geleceğine her döndüğünde ışıksız bir odada siyah bir duvar gören 45 yaşında bir adam... Kendi hayatındaki sarsıntının ve geleceksizlik hissinin üzerine Beauvais’in sırtına 2016 yılı çöküyor; insan hayatının her yerde değersizleşmesi, ayrımcılığın ve kutuplaşmanın artması, terör ve kontrolün ağırlığının küresel ölçekte artışı dışarıdan; yalnızlığı, güvensizlikleri ve varoluşsal krizi içeriden; fiziksel imkansızlıkları ve daralan seçenekleri bir üçüncü cepheden Beauvais’i öyle bir sıkıştırmışlar ki olduğu yere kıpırdamamacasına mıhlanmış.
Bu sıkışmışlığı seneler boyunca yavaş yavaş kireçlenerek sıkı bir rutin yaratmış; bu yarı-kararlı rutin, kendi kendini besleyen bir sürece dönüşmüş ve yıllar bu rutinin mekanizması içinde döne döne akmış. Hayatını hayvanlarını beslemeyerek, zaman zaman doğaya çıkarak, internet üzerinden müzik ve film koleksiyonundan plaklar, diskler vesaire satarak ve kalan tüm zamanında da panjurlarını indirip film izleyerek geçirmeye başlamış. Ama öyle bir film izlemek ki bir hiper-sinefil gibi film izlemek; hayattan kendisini kovalayan bir ayıdan kaçar gibi film izlemek; kimi gün 4 tane, 5 tane izlemek; 6 ayda 400 tane izlemek...
Sonunda Beauvais, tıkanıklığını kayıt altına almaya kalkışmış ama bunun için kamera kullanmak yerine izlediği filmlerden fragmanlar kırparak bir akış kurgulamaya karar vermiş. 2016’sını kelimelere döküp kendisine bakan bir monolog hazırlamış ve metinle filmleri çarpıştırmış. Bu haliyle filmi kategori etmek de kolay değil, otobiyografik yönü bir tarafa bir yandan bir sahte-buluntu filmi andırırken diğer yandan öz-terapik bir günce ya da vakayiname… Filmin avangartlığına rağmen olduğu yerde saymaması, değişime-dönüşüme ve diyalektiğe de alan açıyor; Gıkımı Çıkarmayacağım bir yüzüyle ümitsizliklere sarılı bir itirafname iken aynı anda bir adamın kısır döngüleri karşısında kanlı galibiyetlerini anlatan üstü örtük bir zafernamenin fısıltıyla ilamı...
Filmin Beauvoir’ye özgü kabuğunun içinde herkesin iletişim kurabileceği gerilimleri var. Bireysellik (yalnızlık bağımlılığı), filmler (ve her türlü kaçış) ve bilinçdışının karşısında ilerleme kaydetme ihtiyacı, en sert ve yerinden kımıldamaz haliyle hayat ve bilinç var.
Her film izleyici algısıyla her izlemede tekrardan kurulan bir evren; Gıkımı Çıkarmayacağım’ın biçimsel niteliği filmin kaderini ortalama bir filmden daha fazla oranda izleyicisinin eline bırakmış. Şöyle ki; izleyicinin eline iki konumlu bir anahtar bırakıyor ve filmi var eden söz-imaj tandeminde izleyicinin bu ikisinden hangisini öncüleyeceği film tecrübesini belirgin bir biçimde değiştirecek: Görüntüleri akan edebi metnin tamamlayıcısı olarak görmek ve Beauvais’nin edebiyatını öne almak bir –kolay- seçenek; bu tercih (karar vesilesiyle artık arkada) akan imaj selinden fragmanları anlatının ipine ıslak çamaşır gibi diziyor. Parçalanan imaj akışıyla filmin edebi niteliği kaçınılmaz olarak öne çıkıyor. İkinci seçenek imajları kelimelerin önüne taşımak ve filmin taşıyıcısı olarak imge akımını seçmek; filmle önce imgeler aracılığıyla iletişim kurmaya çalışmak ve Beauvais’nin metnini imgelerin bir aradalığı ve sürekliliğini sağlayacak eklem yerleri olarak konumlamak. Medyan sinema olduğundan – bir basılı çizgi romandan bahsetmediğimizden – sinemasal araçların pazıları daha büyük, şalteri ikinci seçeneğe çevirip filmle iletişim kurmaya çalışmak filmi bir beden büyütecek bir hamle... Burada bir dil duvarı olabilir bunu aşmak için Fransızca bilmeyenler filmi iki kere izlemek durumunda kalabilir.
Beauvoir’nin sinemayla ikircikli bir ilişkisi var bir taraftan kendisini yeniden üretirken bunu sinemasal bir evrende yapacak kadar varoluşsal bir bağ ile sinemaya bağlı diğer taraftan Beauvoir’inn sinemaya bakışıyla Nietzsche’nin alkol ve uyuşturucuya bakışı arsında bir paralellik de var. Filmleri, anın ve gerçekliğin içine açılmış ve yüzleşmeleri engelleyen askıda yaşamaya neden olan bir arka kapı olarak görüyor.
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi