Gölün Altında - Under the Silver Lake (2018)
Yönetmen: David Robert Mitchell
Yıldızlar: Andrew Garfield, Riley Keough, Topher Grace
Bence: Peşimdeki Şeytan - It Follows (2014) ile büyük beğeni toplayan yönetmen David Robert Mitchell, yeni filmiyle Los Angeles’ta bir “bad trip” kurgulayarak kendisine sürreal bir alan açıp, bugünün üzerine düşünüyor. Mitchell’ın It Follows’takinden ayrık duran anlatısı, dramatik kurgusuyla özgün ancak Mitchell’in sesinde David Lynch’in ekosunu da duymak mümkün. Olay örgüsünün kurulumu, filmin izleyici ile kurmaya çalıştığı aktarım kanalının doğası, ve ruhu üzerinden filmdeki David Lynch etkisi kolayca ayrıştırılabilir. Mitchell’ı besleyen yönetmenler Lynch ile sınırlı değil; Mitchell’ın kurduğu gerilimin yayında ve kullandığı sinematik araçlarda zaman zaman Hitchcock’un gölgesini görmek, protagonisti Sam’e bakınca Cohen Kardeşler’in Lebowski’sini anmak, gerçek-gerçeküstü sarmalında Richard Kelly’nin Donnie Darko’sunu hatırlamak mümkün...
Gölün Altında; film-noir, komedi ve dram türlerinin kesişimine yerleşip ekleye ekleye biriktirdiği gizem ile ilgi toplayarak, yarı örtük sembol ve imalarla zihin mıncıklayarak izleyici ile ilişki kuruyor. Film, tuhaf karakterleri ve bu karakterlerin içlerini dolduran oyunculukları; filmin yönünü sıkça değiştiren izleyicinin zihnindeki öyküyle oynamayı seven özgür olay örgüsü; görüntü yönetiminde Hollywood tarihinden beslenen eklektik tercihleri; belki de en önemlisi sinemadan çıktıktan sonra günlerce zihnin içinde çalışan felsefi iskeleti ile bence 2018’in çok yönlü ve en çok düşünen filmlerinden biri...
Mitchell, klasik Hollywood’tan retro ışık ve tonlar alıp anlatısının ögeleri olarak filme yerleştirmiş, ancak beklenti yönetimi ve izleyici tatminini öncülleyen Hollywood sineması reçetelerinden yine çok uzakta duruyor. Film üstü yarı örtük anlatısıyla, izleyicinin kucağına yığdıklarını olduğu gibi bırakıp, son sözü kendi söylemeden ekranı karartıyor. Askıda sorular ve ucunun bağlanması için izleyicinin katılımını dayatan düşünce yapılarından yorulan izleyiciler salondan tam bir tatmin yaşamadan ve dağılmış ayrılabilir.
Sam (Andrew Garfield) evinin kirasını ödeyemeyip atılmanın eşiğinde, ama bunu çok da takmayan Lobowski-vari bir anti-kahraman... Sam evde elinde dürbünüyle, sokakta dik bakışlarıyla kadınları gözetliyor; filmin röntgenciliğe ve kadınların günlük hayatlarında maruz kaldığı tacizkar erkek bakışına karşı bir tavrı olduğu da aşikar – salonunda Hitchcock’un yine röntgencilik ile ilgilenen 1954 yapımı Arka Pencere’sinin afişi var. Sam’in gözetlediği kadınlardan biriyle yakınlaşmasının hemen ardından kadının sırra kadem basmasıyla film, Los Angeles’ta gerçeküstüne kayan gizemli ve bulmacalı bir insan avı hikayesine dönüşüyor. Ancak yüzeydeki arama hikayesi, Mitchell’ın anlatmak istediklerini toplayıp birarada tutan sadece ince bir kabuk... Sam’in dolaştığı alanın fiziki bir alan olmadığı; karşılaştığı insanların -Sam’in mastürbasyon yaparken dergilerde gördüğü kadınlardan, yolda rastladığı insanlara- hayatına dokunanlardan yola çıkarak zihninde türettiği karakterler olduğu ve Sam’in dışardan beslenip içerde ürettiği anlaşılıyor. İnsanların film boyu Sam’e devamlı kötü koktuğunu söylemesi gerçekle ilişkisini sürdürmesini sağlayan köprülerden biri, havlamaya başlayan insanlar belki de o an sokakta havlayan köpeklerin zihnine sızması...
Gölün Altında, yeni yarattığı gerçekle-imgesel düzlemin ara kesitinde esas tartışmasına soyunuyor: Sislerin arasından, pop kültür ile kitlelerle iletişim kuran yeni-modern-hayat’ın anlamı, dayattığı yaşam tarzları, sunduğu havuçlar ve verdiği ödüller üzerinden varoluşçu bir eleştri yükseliyor. Mitchell, gerçekçiliğin prangalarından, nedenselliğin sıkı kurallarından filmini ve düşüncesi kurtarmak için hikayenin ayağını bizim fiziksel dünyadan kesmiş –tüm tartışma bir bad trip yaşayan zihnin içinde yaşanıyor.
Mitchell, insan zihninin her karmaşada bir örüntü, pattern ve –sonunda- anlam arayan doğasına güvenmiş ve izleyicinin filme böyle katılmasını öngörmüş. Mitchell, hikayeyi yürüten, felsefi iskeleti dolduran sürreal yapı taşlarını gizlememiş, hepsinin en az yarısı toprağın dışında ama bu ipuçlarını birleştirip öykünün bütününü tutarlı ve anlamlı bir yapı olarak tek hamlede görmek kolay olmayabilir. Mitchell’ın kullandığı tonun da yardımıyla, filmin bulmaca parçalarından oluşan düşünme şekli ve yapısı izleyiciyi yabancılaştırmak değil, aksine filme davet edip içine almaya uğraşıyor. Sinematik dili kavramsal yükü sırtında taşıyor.
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Notlar nümerik değil, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi!