Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum – I’m Thinking of Ending Things (2020)
Yönetmen: Charlie Kaufman
Oyuncular: Jesse Plemons, Jessie Buckley, Toni Collette
Bence:
New York Yanılsamaları – Synecdoche New York ve Anomalisa’nın yazar-yönetmeni, John Malkovich Olmak ve Sil Baştan – Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ın senaryo yazarı Charlie Kaufman, insan olmanın anlamı üzerine tartışma takıntısını bu defa askıdaki hayallerinin ışığı tamamen sönerken üstüne kış çöken, zamanın umutlarını üşüttüğü bir kaybedenin zihninde geçen gerçek üstü bir yol hikayesiyle sürdürüyor. Bir şeyleri bitirmeyi– erkek arkadaşından ayrılmayı- düşünen Lucy ile erkek arkadaşı Jake’in, Jake’in Oklohoma kırsalındaki ailesini ziyaret etmek için çıktıkları yolculuk, istikametini cehenneme – ya da hiçliğe- çevirdikçe bir şeyleri bitirmeyi düşünenin Lucy olmadığı, hatta Lucy’nin Lucy, yolun yol, ziyaretin de ziyaret olmadığı sürreal bir zemine uzanıyor.
Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum, ilk yatırımını izleyicinin kendisine bakacağı perspektifi belirlemeye yapıyor. Filmin hemen hemen tamamı nereden baksanız zor durumdaki bir zihnin içinde geçiyor ve dolayısıyla anlatı ögeleri filmevrene içkin bir muhayyile vasıtasıyla düşüncelerden müteşekkil. Film, bunların bir sonucu olarak izleyicinin filmi, bir sorunlu zihnin kurgusu olarak görmesinin ve gerçeklikten uzağa yerleştirmesinin önüne geçmek istiyor. Benzer biçimde izleyicinin anlatıdaki gerçeküstü ögelere bakıp bir absürt tartışmanın içinde olduğu sanısına kapılmasına karşı baştan önlem alıyor.
İlk sahnede cebinde Descartes’tan fikirlerle izleyicisiyle konuşuyor: Descartes, şüpheci meditasyonlarında hakikate yürümek için ilk adımı atabileceği sağlam zemin arayışında duyuların güvenilmezliğinden yola çıkarak bu zemini zihinde, düşünce alanında arıyordu. Ancak zihinsel varlık alanında şüpheciliğini korudu ve filmdeki ilk sahnedeki bir diğer replikte “bu fikirler önceden kurgulanıp akla düştüyse” de olduğu gibi düşüncelerin kendisine ve fikirlere de hemen güvenmedi - Descartes, herhangi bir fikrin kötü bir cin tarafından zihnine yerleştirilebileceğinden şüphe de ediyordu. Fransız Aydınlanma düşünürünün şüphe edemeyeceği tek şey ise, o anda şüphe ettiğiydi- yani düşündüğüydü. Film de “Her şeyi söyleyip yapabilirsin ama bir düşünceyi taklit edemezsin.” diyerek başlangıç noktasını Descartes’ınkinden çok uzağa koymuyor. İzleyiciye zihinde bir hakikat arayışının soyut ve gerçeklikten kopuk değil, aksine hakikatin tam da yanı başından başladığını söylüyor ve izleyiciden kendisini ciddiye almasını istiyor –anlatıyı baştan aşağı saran yabancılaştırma hamlelerinin de aynı kaygıdan beslendiğini düşünüyorum.
Film, “Fikirler belki başından beri benimledirler” diyerek idealizme de göz kırpıyor. Platon idealizminde bilgi başından beri zihinde ve öğrenmek dediğimiz şey aslında bir tür hatırlamak. Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum’da bellek ve hatırlamak film için çok mühim; hatırlamalar ve tekrarlar arasında filmevreni kuruluyor. Filmin içinde filizlendiği alan bellek… Filmin felsefecilerle ilişkisi Descartes ve Platon ile sınırlı değil. Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum, Spinoza’nın iyi karşılaşmalarla yükselen-kötülerle zayıflayan, varlığın varlığını sürdürme çabası conatus kavramı; Schopenhauer’in insanın mutlulukla ilişkisine çomak sokarak onu temelde istençle ilişkilendirmesi ve evrenin kör iradesi; Heidegger’in varlıkla insan arasındaki bağın zaman ile tesis edilmesi fikri ve bu perspektiften insan-Dasein-burada olma’ya bakışı; Sartre’ın varoluşçu felsefesinden uzanan özgürlüğün laneti, dil ve düşünce arasındaki bağlantı üzerinden yapısalcılık gibi pek çok pek çok felsefeciden ve felsefi kavramdan beslenmiş.
Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum; Lucy’nin (film sonundaki oyuncu listesinde isimsiz kadın) giysilerinin renginin sıcaklığının filmzaman aktıkça adım adım soğuklaşması gibi zamanın insan içinde aktıkça içerideki ölüm kaygısının semptomatik tedavisinde elzem olan umudu soğuttuğu acıklı ve yalnız bir yol hikayesi... Olay örgüsü, fantezilerle yeniden canlandırılan anılar ve kendi kendiyle hesaplaşmalar ve süreç içinde özdeşleşmeler üzerinden kurulmuş. Zamanın göreliliği sadece fizik perspektifiyle sınırlı değil; tanımlarımız benzeşse de hayatla ne yaptığımızla - ya da ne yapabildiğimize- bağlı olarak zamanın anlamı hepimize göre farklı olacak... Film, Jake’in kaybeden yaşamının içinden zamana bakıyor ve onu bizim içinden geçip tükettiğimiz bir şey değil de, biz sabitken içimizden geçen, yaşam enerjimizi söndüren soğuk bir rüzgar olarak görüyor.
Mekanın sahibi Jake, öylesine “zincirlenmiş” ve öylesine büyük bir kaybeden ki; zihninde kendi kurduğu fantezilerde bile kazanamıyor. Seçilen örneklerin uçlardan seçilmesi ya da yapılan deneylerin uç koşullarda kurulması peşinde olunan etkiyi olabildiğince görünür kılmak için anlaşılır tercihler. Jake’i bu karanlık yolculuğa sürükleyen koşullar ve Jake üzerinden kurgulanan bu tecrübe aslında ontolojik bir probleme dayandığından Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum, filmin yaratıcılarından izleyicilere hepimize dokunan bir meseleyle ilgileniyor. Temel meselesiyle film her izleyiciyle bağ kurmaya aday; stratejik düzeyde herkesle ilişkide olan filmin taktiksel düzeyde tartışmalı sinemasal ve anlatı ile ilgili tercihleri var.
Öleceğinin farkında olan tek hayvan insanın kaygısına karşı en kolay ulaşılır panzehirimiz -gerçekçi olsun olmasın- umut etmek... Kaufman’ın adaptasyonu otantikleşemeyen bir yaşamın içinde terazide kaygının karşı ağırlığı umudun sönmesinin izlerini bellekte kovalıyor. Bu arkeolojik çalışma; ulaşılamayan hayallere, hayallerin yerlerini alan ancak gerçeklikle ilişkisi olmadığından dağılmaya mahkum fantezilere ve pişmanlıklara uzanıyor. Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum, bir çocuğun önündeki büyük potansiyeller ağacını budayan zamanla; şair, bilim insanı, sanatçı ve diğer binlerce şeye dönüşebilme olasılıklarının süreç içinde kaybıyla ilgileniyor. Olduğumuz her ne ise, olamadığımız binlerce şeyin nedeni de o ve bu kaçınılmaz kaybın mimarı da kendimiziz ama mekanı zaman.
Film, üstüne akan hayattan bir şey yapamamanın dayanılmaz varoluşçu yükünü sırtında biriktirmiş zihnin, fantezileri ve anıları bir araya getirerek örs ile çekiç arasında kalan benliğin çilesini nesneleştirme; varoluşçu parçalanmayı sinemasal bir tecrübeye dönüştürme denemesi… Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum, solup giden hayallerle ve yitip giden olasılıkları perdeye taşımasıyla Lynch’in Mulholland Çıkmazı’nı ve yalnız, yaşlı bir entelektüelin varoluşçu hesaplaşmasını gösteren yol hikayesi Bergman’ın Vahşi Çilekler’ini hatırlatıyor.
Olay örgüsünün zor takip edildiği eleştirilerine katılmıyorum, hatta Kaufman’ın geride fazla insan bırakmamaya biraz fazla gayret ettiğini ve bunun dönüşü olmayan bir yatırım olduğunu düşünüyorum. Salondan çıktıktan sonra da zihinde çalışmaya devam eden, tüm kapıları ardından kapatmayan filmlerin önemli bir kısmı kendisini açık uçlu bırakıyor; ancak Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum, olay örgüsü ve sonunda bağlandığı yer bakımından açık uçlu değil. Başı, sonu ve bükümleri gayet belirgin ve bunlar izleyicinin eğip bükmesine müsaade eden esneklikte değiller. Olay örgüsünün kıvrımları da büyük kırılmalara karşılık gelmiyor ve öncesinde seyirci bir köşe başına yaklaşmakta olduğuyla ilgili uyarılıyor. Kaufman, filmin sonunu açık uçlu bırakmayarak ve kırılmalarda saman altında bir şey akıtmayarak, belirsizlikten anlamsızlık devşiren “boşa geçti iki saatim”ci, nedensellik zincirleriyle rahat eden Hollywood izleyicisini yekten kaybetmemeyi denemiş. Ana akımda büyük bir yer işgal eden bu gruptan bir bölüm izleyiciyi içeride tutabilmek adına böylesi bir kolaylaştırmaya gitmiş ancak filmin tartışmaya çalıştığı alanın doğası gereği bu yetmeyecek.
Filmdeki sembolizm neredeyse pop-art kokan bir tavırla izleyicinin büyük çoğunluğunun aşina olduğu ve okunaklı ögelerle kurulmuş. Filmin çıkış noktası gereği derinleştiği ve anlamı sadece yüzeyde bırakamadığı zaman da işi gücü bırakıp az önce ne anlatmaya çalıştığını açıklamaya çalışıyor – ki, film üzerine tartışmaların bir ayağı da bunun üzerine. Filmin anlatısının karmaşıklaştığı, filmi üzerine düşünmeye değer kılan bölümler, olay örgüsündeki dönüşlerin-kıvrımların arasını dolduran, film için zorunlu olmayan ve sinopsiste geçmeyecek parçalar... Film, bu olumsal bölümlerde izleyici zihnine sızmayı deniyor; sınırları kesin olarak belirlemeden tartışıyor ve zihninde kovalanmaya müsait tavşanlar serbest bırakmaya çalışıyor. Filmi beğenenlerin işlediği bir kaynak da burası ancak filmle ilgili tartışmaların diğer ayağı da bu infiltrasyon denemelerinin yapıldığı zamanlara dayanıyor. Kaufman, bu bölümlerde de tartışmalardan ve entelektüel gevezelikten sıkılabilecek, vagondan düşmeye teşne izleyicinin yanında bir tavır takınmış.
Ancak, filmin dayandığı temelle ve filmin tartıştıklarıyla ilgilenen, kurmaya çalıştığı derinlikli anlatı türlerine aşina, kağıt üzerinde tam da filmin namlusunun ucunda duran izleyici, filmin diğerleriyle bu kadar ilgilenmesinden ve Kaufman’ın abstrakt kalma korkusuyla yaptıklarından rahatsız olabilir. Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum’un kendini açıklama gayreti ve kullandığı popüler unsurlarının bolluğu filmin doğal hedef kitlesinin filmi biraz gösterişçi bulmasına neden olabilir. Bir üçüncü tip izleyici de filmin kendisine rüşvet verdiğini, kimi sahnelerde “bak ikimiz de ne kadar zekiyiz” demeye çalıştığını düşünerek film ile arasını ekşitebilir. Ben buradaki sorunun bir tür özgüvensizlik ve buna bağlı filmin izleyici tabanını genişletme gayreti olarak görüyorum. Bu hamlenin amacına ulaşabileceğini de düşünmüyorum; Kaufman’ın bu tabana yayılma denemesi filmin esas sahibi olması gereken izleyici ile arasını açtığıyla kalabilir.
Filmin kulp takmaya müsait yerleri olsa da ben zihnime bıraktığı tavşanları kovalamaktan memnun kaldım. Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum’u izlerken keyif aldım, izlemiş olmaktan memnunum ve tekrar izlemek istiyorum. Filmin dayandığı Iain Reid romanını okuyup, kitapla filmin farkları üzerinden huysuzlananlara da keşke filmi izleyeceğiniz yerde kitabı bir daha okusaydınız herkes daha mutlu olurdu demek istiyorum.
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi