High Life (2018)

BilimKurgu.jpg
Gerilim.jpg
Felsefey.jpg
ruha cefa.jpg
 
hL poster.jpg


Yönetmen: Claire Denis

Yıldızlar: Robert Pattinson, Juliette Binoche, Mia Goth

Bence: Claire Denis’nin yeni filmi High Life, distopik bir gelecekte otoriter devletin ağır suçlar işleyip artık gün yüzü görmesi mümkün olmayan mahkumları, bir tür “insan geri dönüşümü”ne tabi tutarak kobaylaştıran bir bilim projesi dahilinde uzaya yollama öyküsü üzerinde yükseliyor. High Life, Fransız yönetmenin ilk İngilizce filmi; bu tercihini uzayda ya İngilizce ya Rusça konuşulmasını daha doğal bulması olarak açıklıyor. Oyuncu kadrosunda yönetmenin gözdelerinden Juliette Binoche, Good Time (2017) ile oyunculukta sınıf atlayan Robert Pattinson, Suspiria’nın 2018’deki yeniden çekiminde rol alan Mia Goth var – oyuncu tercihleri konusundaki tartışmalara daha sonra değineceğim. High Life’taki uzay gemileri ana akım bilim kurgu filmlerinden aşina olduğumuz hiper teknoloji ile donatılmış, ferah, yuvarlak hatlı ve fütüristik, sanat eseri gibi uzay gemilerine pek benzemiyorlar; High Life’ta comodore 64 teknolojisi kokusu ve estetiği taşıyan daha çok hapishane komplekslerini hatırlatan köhne dikdörtgenler prizması uzay gemileri var. Bu haleriyle; izleyiciyi filmin zihinsel tartışma konularına duyusal ve sinematik olarak hazırlıyorlar. Türün uylaşımlarından alışık olduğumuz evrenin sonsuzluğunu, ulaşılmazlığını ve ululuğunu yenme idealini gerçekleştirmenin verdiği özgüven, mümkünün bolluğu ve özgürlük havasından High Life’ta eser yok. Aksine, kasvetiyle izleyicinin kendi kendine üretebileceği umut ışıklarının daha doğmadan önüne geçen, basıklığı ve sınırlılığı ile bir tutukluluk haline işaret eden bir atmosfer kurulmuş.

HL7.jpg

Günümüz fiziksel sınırlarını aşabilmeyi hayal ettiren uçsuz bucaksız bilim kurgu evreni  teknolojisinin, izleyici için umut üretme ve pompalama kapasitesini iğdiş etmek amacıyla uzay aracındaki tüm aletler 80’ler estetiğiyle kurulmuş, kendilerine zor yettikleri hissi ile bu cenahtan bir mucize beklentisinin önü kesilmiş. Bu genel havanın içinde Denis; cinsellik, enseste kadar uzanan tabular ve mahremiyet üzerine tartışıyor. Burada High Life’ın uğraştığı cinselliği nitelemek gerekir: Zihnin içinde arzulara ve maddesel dünyada sıvı değiş tokuşuna indirgenebilecek bir cinsellik bu, bu haliyle hem bir paylaşım olan seksten hem madde-zihin birlikteliğini kıran pornografiden ayrı duruyor... Denis, bu tanımla tutarlı olarak, cinsel ilişki yerine mastürbasyon sahnelerini tercih etmiş; izleyiciye cinsel organlar yerine vücut sıvıları gösteriyor. High Life diğer yandan - ve daha yüksek vurgu ile- varoluş ve insanın işleyebilmesi için gerek duyduğu zeminle ilgileniyor. Denis, izleyici zihninde canlandırdığı film-evreninde kendisinden beklenen derinliği ve sinematik araçlarla desteklenen felsefi tartışma alanını kurabilmiş ve bunu köşeli olmayan, seyirciyi bir katı çerçeveye hapsetmeyen bir anlatı ile başarmış.

HL6.jpg

Filmin adının tam çevirisi Yüksek Yaşam; burada “yüksek” -Denis’nin ağzından- uzaya referans verirken yaşam da geçmişi kocasını, kendi çocuklarını ve kocasının yeni karısını öldüren Medea tragedyasından esinlenerek kurgulanan Dr.Dibs (Juliette Binoche) karakterinin peşinden koştuğu yeni yaşama işaret ediyor. Yeni yaşam; yeni bir varlık hali ve haliyle yeni bir yaradılış, yeni bir kurgu, yeni bir işleyiş, yeni bir insan olmaklık demek...

High Life geleneksel çizgisel anlatıdan uzak; sessizlikten ses, hareketsizlikten hareket üreten tasarruflu bir tavrı var – bu haliyle Hollywood’un koşuşturmasını keyif alınabilir tek film deneyimi olarak görenleri, sinemadan tek yönlü beslenenleri yoracaktır. Türün uylaşımlarını alışkanlıkla arayacak geleneksel izleyiciyi de, dizilerin yükselişiyle dönüşen - sabırsızlaşan ve gözünü ekranda tutmak için yüksek frekansta uyarana ihtiyaç duyan- izleyicileri de zorlayabilir. High Life’ın Claire Denis filmografisinde Beau Travail’ı son filmi İçimdeki Güneş’in çok çok önüne koyan izleyiciye daha çok  hitap ettiğini söyleyebiliriz.

HL3.jpg

1916- 22 arasında zirvesini gören avangart sanat akımı Dadaizm, kurulu düzenin anlamsızlığını ifşaya kalkan, baş kaldıran ve yıkıp yenileyen, itirazı olduğu yüksek sanatı dönüştüren bir diyalektik sürece sokan, sanatın dokunulmaz haresini yok etmeye apoletlerini sökmeye kalkan bir anti-sanat akımıydı. Filmde ve fragmanda bebeğin da-da’laması direkt Dadaizm’e bir referans olarak okunmalı... Zaten Dadaizm de adını bir anlamı olmayan bebek da-da’lamasından almıştı. Dadaizm sanatın içinden çıkan anti-sanat olarak eski düzeninin aşılmasını sağladı – Hegel diyalektiği ve “kapsayarak aşmak”. High Life’ta da dünyadan/yaşamdan çıkan ölüm gemisi/anti-yaşam ile eski düzen aşılmak isteniyor: Yeni bir düzlemde, yeni bir yaşam türünün, yeni bir insan türünün kurgulanması peşine düşülüyor. Yani High Life, tek mekana sıkışan kasvetine rağmen bir yok oluş hikayesi değil diyalektik ile yaşamı kapsayarak aşma hikayesi.

HL4.jpg

High Life’ta öyküye mesken olan 7 numaralı uzay gemisi, dünyanın kendisini –ya da anti-dünyayı- mürettebatı da o dünyadakileri ve ilişkiler ağını temsil ediyor – 9.8 m/s2 ivmesi ve yerçekimi, su ve oksijen döngüsü, faunası ve yağmuru ile dünyadaki fiziksel koşulları kopyalarken; gemideki her şey de dünyadaki gibi sonlu – “Katı olan her şey buharlaşıyor”; gemide de dünyadaki gibi “en gerçek duygu kaygı” ve –belki de temsile en önemli  kanıt- varoluşçu çerçeveden bakıldığında aynı dünyaya fırlatılan modern insan gibi,  uzay gemisindekiler de zeminsiz ve ümitsiz bir varoluşa fırlatılmışlar –J.P. Sartre’a selam. Bu fırlatılış dünyadayken mahpus ve dolayısıyla pasif durumdaki mahkumları bir  eyleme ittiğinden yolculuk -yerli ya da yersiz önemli değil- bir ümit taşıyor. Bu yolculuk çok sesli ve katmanlar halinde izleyiciye uzanıyor; tek yolculuk aynı anda üç yoldan ayrı ayrı sesleniyor:

  1. Eski kıtayı bırakıp yeni kıtaya (Yeni Dünya’ya - Amerikalara) uzanan eski kıtanın/Avrupa’nın suçluları, uyumsuzları, yenilmişleri ve dışlanmışları gibi; eski Dünya’yı/Yerküreyi bırakıp yeni dünyalarını arayan (eski) Dünya’nın suçluları, uyumsuzları, yenilmişleri ve dışlanmışların hikayesi olarak... Eski yerleşik düzenin curuflarından yeni bir düzen – belki yeni bir insan- yaratmanın yolculuğu...

  2. Yeniden yaradılış – Michelangelo’nun Tanrı ile parmak parmağa dokunarak yaradılıştan öte; el ele tutuşacak bir yeni yaradılışın yolculuğu... Dünyaya sürülen insanın yeni sürümü; ancak yüzü geçmişe  dönük değil; yeni bir zamanın/evrenin habercisi olarak geleceğe dönük. Kimin kimi yarattığının pek belli olmadığı yeni Tanrı-insan/baba-çocuk ilişkisiyle bu dünyanın içindeyken bilemeyeceğimiz bir “yeni dünya”ya yolculuk...

  3. Geleneksel insanın varoluşunu anlamlandıran altındaki zemini  yok eden aydınlanma ve merkezi aşkın Tanrıdan naciz, çoğunlukla aptal, aç gözlü, yanlışa düşmeye hazır insana kaydıran, Nietzsche’ye “Tanrı öldü” dedirten modernizme katlanamayan; zeminsizlikle, nedensiz ve ulviyetsiz varoluş ile baş edemeyen insanın kendini kandırması ve altına zeminler uydurma/üretme/varsayma arayışı....  Atomize olmuş, parçalanmış bireyin benliğinin kendini kandırmasının zeminin oluşması – Derrida’ya selam…. Örneğin; Dr. Dibs’in (Juliette Binoche) uzayda yok oluşa süzülen deney tüpü içinde bilim peşindeki tavrı bir zemin oluşturma gayretinden başka bir şey değil, benzer bir zemin yaratma çabasını çoğu karakterde görüyoruz. Bu pseudo-zeminleri kuramayanlar/bulamayanlar ya nihilizme düşüyor, ya duyarlılıklarını kaybedip zombileşiyorlar ya da çöküyorlar.

HL10.jpg
high life adam.jpg

Bilimin 19.yy’deki sıçraması bir yandan ekonomik sistemin fayda gördüğü ölçüde olanaklar yaratırken, diğer yandan yığınları kontrol altında tutmaya yarayan araçlar üretmişti. High Life’ın da bu döneme işaret eden bilimin kontrol edici gücünü çıplaklaştıran bir yüzü, bilimin iktidar ile ilişkisine ve savaşla bilimsel ilerlemenin kadim birlikteliğine dokunan bir yönü var.

HL8.jpg
singularity.png

Karadelikler, uzay-zamanın bükülerek tekliğe (singularity) çöktüğü yerler – evreni oluşturan Büyük Patlama da benzer bir teklikten doğdu.  Kant’a göre “insan tecrübesi”ne olanak sağlayan koşullar zaten zaman ve mekan algısıyla ilgili olan anlama yetisi- yani yeni doğmuş bir bebeğe “önce” ve “sonra”yı öğretmeye gerek yok ya da üç boyutu tecrübe ile öğrenmiyor bebek; üç boyutlu uzayı tanıyarak doğuyor, yani zihnin software’inde zaman ve mekan algısı var. Karadeliklerde ve Büyük Patlama’nın başlangıç anında bulunan teklik’ten çıkış insan zihnin işleyebilmesi gerekli; yani bu teklikten çıkış insan için bir nevi yaratılış... Evrenin başlangıç koşulları ile karadeliklerin benzeşmesi, karadeliklerin başka evrenleri tohumladığına/neden olduğuna dair teorilere de temel oluşturuyor. High Life’ta 7 numaralı uzay gemisinin bir karadeliğe doğru yol alışını karadelik üzerinden yeni bir büyük patlamaya ve dolayısıyla yeni  bir evrene ve dolayısıyla yeniden yaradılışa doğru ilerlemek olarak görmek mümkün.  Yeniden yaradılış – ya da daha hafif bir versiyonuyla yeni-exodus… Bu dünyanın istenmeyenlerinden yeni dünya/evren oluşturmak ve yeni dünyanın keşfi...

shutterstock_black-hole-space-650x434.jpg

Prodüktörler, Denis’den senaryo üzerine İngiliz yazar Zadie Smith’le beraber çalışmasını istemişler. Smith’in uzay gemisinin Dünya’ya geri dönüş konusunda bastırması üzerine Denis “Ne demek geri dönüş orada kimse yok” diyerek masayı devirmiş – bu yolculuğun doğası hakkında ve Denis’in tartışmak istediği felsefi damar hakkında fazlaca bilgi içeren bir isyan...

HL9.jpg

Denis High Life üzerine 15 yıldan fazla çalışmış ve Monte karakterini hayattan bezmiş ve umutsuz olarak kurgulamış. Aklındaki isim hep Philip Seymour Hoffman’mış... sonunda rolü bayağı ters köşe Pattinson aldı.  Bence de Monte rolü için 50 yaşlarında, feleğin çemberinden geçmişliği sunabilecek; umudun kaybolduğu sahnelerde seyirciye zifiri karanlığı tertemiz aktarabilecek bir oyuncu daha uygun bir tercih olurdu. Ama Pattinson’ın filmin açılışında bebekle kurduğu iletişim ve Denis’nin tercihlerine verdiği tepkiler seyircinin filmle ilişkiye doğru ayakla başlamasına yardımcı olmuş. Pattinson tercihi senaryoyla çatıştığı yerlerde zaman zaman izleyicinin kafasını karıştırsa da, bu Pattinson’ın mevcut koşullardaki performansını lekelemiyor.

Tempometre_3.png
AnlatımınNiteliği_Kavramsal_2.png
FelsefiDerinlik_07.png
sinematik zenginlik 4.png

Puan:

8.5.JPG

Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.

Fragman

Fragman, yukarıda bahsetmeye çalıştığım konuların bir sinematik özeti aslında. Yazıyı da aklınızın bir köşesinde tutarak izlerseniz sevinirim.

Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız. 

Çok seslilik her zaman daha iyi!

Bonus:

Claire Denis’nin magnum opus’u Beau Travail - İyi İş (1999) - hakkında yazdıklarıma ulaşmak için görsele tıklayabilirsiniz: