Hizmetkarlar - Servants (2020)
Yönetmen: Ivan Ostrochovský
Oyuncular: Vlad Ivanov, Martin Sulík, Vladimír Obsil
Ödüller: Berlin F.F. - Karşılaşmalar Ödülü (Aday)
Bence: Hizmetkarlar en üst kabuğunda, Doğu Bloku’nun parçası olduğu dönemde Çekoslovakya’daki Katolik kilisesindeki kimi unsurların komünist rejimin baskılarına karşı gelenekle olan bağlarını koruma mücadelesini konu alıyor. 1971 yılında kurulan ve 1989’a kadar varlığını sürdüren, komünist yönetim güdümünde ve yönetimin hedefleriyle barışık rahipler birliği Pacem in Terris (Dünya için Barış Hareketi) – buradaki Diyanet İşleri’nin işleyişine benzer bir biçimde Çekoslvakya’daki organize din işlerini dizgin altında ve hükumetin kontrolünde tutmaya yarıyordu. Papalık ile bağlarını korumak ve Latince kutsal metin okumaları gibi geleneksel ibadet biçimleri ve uygulamalardan kopmak istemeyen din görevlileri bir ağ kurup yer altına indi. Anlatı, 1980 yılında Bratislava’daki bir ruhban okulunda; yönetim, eğitimci rahipler ve öğrencilerin içine düştüğü ikilem üzerinden çılıyor: Konformist bir tavırla kilisenin yeni sistem tarafından yeni konumlanmasını kabul etmek ile geleneğe bağlı kalarak çizilen sınırları kabul etmeyerek hayatlarını tehlikeye atmak… Film ilerledikçe tek başına bu ikilemin hem durumu hem savaş alanını tanımlamakta yeterli olmadığı, gayet dünyevi meselelerle ilişkin istismarların, kişisel sorunların, korkuların, toplumsal baskının daha başka ikilemlere neden olduğunu ve tartışmayı katmanladırdığını görüyoruz.
Bu ikilemlerin yaratacağı bireysel sıkışıklığı vurgulamak için 4:3 ekran oranıyla oldukça dar bir çerçeve kullanılmış. Sorunun tarihi doğası ve bugünle mesafesini vurgulayan siyah-beyaz çekim tercihinin yanında film boyu oldukça güçlü bir aydınlatma seçimi yapılmış. Güçlü aydınlatma ve derin net alanlar; her köşe başında gizli saklı işlerin döndüğü, retorik olarak söylenenle hissedilenlerin bu kadar farklı olduğu dalavereci bir dönemde, büyük resimde aslında her şeyin ayan beyan ortada olduğunu ortaya koymak için tercih edilmiş gibi duruyor.
Çekoslavakya tarihindeki bu dönemde yaşanan komünist gizli polis ile Papalık’a bağlılığını sürdürmeye çalışan inanç sahipleri arasındaki mücadele, gelenekçilerin gizli toplantılarıyla devlet istihbaratı arasındaki saklambaç oyunu ve her seviyeden karşılıklı baskılar, mukaddes olmayan ittifaklar, ortaya dökülen dökülmeyen kirli çamaşırlar paralelinde oluşan ikilemler Hizmetkarlar’da taşradan yeni gelmiş iki yeni ruhban okulu öğrencisi etrafına örülen bir anlatı ile hayat buluyor. Böylesi kilise merkezli bir filmde Hizmetkarlar adı akla tanrıya hizmet eden inanç insanlarını getirse de; filmin adı da filmin üstünü örten muammanın parçası… Belki de film adıyla, baktığı dönemde kimlerin kime/neye hizmet ettiğini izleyicinin kendisinin bulmasını isteğini dışa vuruyordur.
Ruhban okulunun tarihi binası, Ostrochovský’nin anlatımında merkezi öneme sahip. Geniş, yüksek tavanlı ışık alan büyük pencereli odalarına karşı basık alt katları; beyaz, dikey, sütünlu ve minimal düzenin temsili genel yapıya karşı muhaliflerin buluştuğu ufak odalar, karanlık duvarlar, daha sıkışık ortamlar ve hatta eğik tavanlı çatı katını; yapının parmaklıklı camlarına karşı çatının şehre açılan camlarını kullanarak iki cephe arasındaki farklı tavrı ve asimetrik gücü işaret ederek filmin ihtiyaç duyduğu gerilim unsurunu kurmuş. Ostrochovský, görüntü yönetmeni Juraj Chlpik’in yardımıyla okulun yatakhanesinin, yemekhanesi, duşlarından, sınıflardan, kilisesinden, Bratislava sokaklarından ve karından ayrı ayrı anlatı öğeleri yaratmayı başarmış.
Ancak film en büyük önemi ruhban okulunun avlusuna vermiş ve anlatısının kırılma anlarında çoğunlukla tanrının-gözü perspektifinden, zaman zaman aşağıya öğrencilerin arasında inerek avluya bakıyor. Taşradan gelen çocukların beyaz çarşaflarla simgelenmesi akla tabula rasa’yı ve hepimizin doğduğunda boş bir levha olarak doğduğumuzu ve tecrübelerle şekillendiğimizi söyleyen John Locke’u getiriyor. Aydınlanmacılığın temellerini atan empirist Lock’u komünist rejime direnmeye çalışan bir ufak ruhban okulunun avlusuna taşımak ve sinematik araçlarla buluşturup geniş anlamıyla anlatıyı boyutlandırmak güçlü bir sinematik akla işaret ediyor. Bu sinematik aklın uygulamasında görüntü yönetmeni Chlpik’in övülmesi gerekir.
Başta organize dinin ideolojilerle işbirliği ve Doğu Bloku’ndan bir baskı hikayesi gibi görülen basit hat; toplumsal olanla bireysel olanın çatışmasıyla - kolektif olanla bireysel olanın yarattığı çelişkile, korkular, kaygılar ve çıkar çatışmalarıyla- anlatı dallanmaya başlıyor. Filmdeki Locke ilişkisi, bugünkü Papa’nın geçmişte Pinochet rejimiyle işbirliği yapmış olması gibi bağlantılar filmin kendi anlatısının dışına ulaşmasına yardımcı olabilir. Film, izleyici üzerinde nesnel bir anlatı perspektifi olduğu algısı kurmanın peşinde – ben anlatı perspektiflerinin doğaları gereği nesnel olamayacağı görüşündeyim, bu bir kenarda dursun. Hizmetkarlar’ın, gelenekçi kilise ile komünist rejim arasındaki çekişmede bir tarafa meyletmediği, bulduğu gördüğü, öğrendiği kadarını olduğu gibi aktarma niyetinde olduğunu, senaryosu ve sinematografik tercihleri başta olmak üzere, pek çok şekilde sinyallemeye çalışıyor. Ancak, kurduğu çatıdan Doğu Bloku’ndaki rejimleri bir kez daha cezalandırma çabasından fazlası çıkmaz, ancak Demir Perde üzerinden bugünün baskın kültürünün ötekilerinden birine vurmaya kalkmak artık bugünün ruhundan uzak. Himetçiler’in anlatısı, ancak devletlerle-ideolojilerle-iktidar sahipleriyle iş birliği yapan organize din üzerinden bugünle doğrudan bir ilişki içinde olabilir.
Filmde işbirlikçilerin bağlamından koparttığı “Tanrı sessizliğin dostudur” söylemi buralarda bağlamından sıkça kopartılan “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” söylemi ile birlikte düşünülebilir. Koşullara uyumlanma ya da iktidar ilişkileri ile ortaya çıkan çelişkilerin inanç mensuplarını şekilciliğe itmesi ve tövbe/günah çıkartma gibi sınır çizen uygulamaların bir tür mahsuplaşma sistemi ile ikame edilmesinin vicdan temizliğini nasıl başardığı Hizmetkarlar’ın izleyiciyi üzerine düşünmeye ittiği öne çıkan kimi diğer konular..
Her film konu aldıklarıyla ve dışarıda bıraktıklarıyla politiktir. Sinemanın kapitalist işgalinden ve ana akımı kendisiyle ilişkilendirdiğinden beri öteki Sovyet rejimi ve uydularıyla hesaplaşması bitmedi. Doğu Bloku devlet baskıcılığını konu alan filmler bu hesaplaşmanın bir alt kategorisi olarak ortaya çıktı. Ancak 2000’li yıllarda paradigma bir kez daha değiştikten sonra bu filmlerin, erken postmodern dünyaya nazaran şimdilerde günümüzle rezonansı zayıfladı.
Günümüzde de öteki Rusya olduğunda ortalık kötülerin komünist olduğu filmler yeniden can buluyor. Suyun Sesinden, Casuslar Köprüsüne yakın dönemde de pek çok örnek mümkün. Ancak kanımca bunlar arasında en kör gözün parmağına, en sakil örnek Kızıl Serçe - Red Sparrow (2018).
Sovyet etkisindeki rejimlerin vatandaşlarına yarattığı sıkıntılar, diğerlerinden önemsiz veya daha hafif dertler değildi ancak modernizme vurmanın günle etkileşimi, tarihin postmodernizm içinde bir kez daha yön değiştirmesiyle zaman içinde zayıfladı. Postmodernizm ve hakikat-sonrasının getirdiği sorunlar derinleştikçe bugün, tek başına modernist dertlerle uğraşmak bugünün nostaljik bulduğuyla çelişmeye başladı. Bu nedenle de artık, Hizmetkarlar gibi filmlerin attıkları okların günümüz izleyicisinin zihninde vuracağı bir öküzün gözü, bir 12 yok – tabii izleyici ele alınan konun direkt muhatabı değilse. Hedef tahtalarında artık en fazla 6’lar, 7’ler var. Her ne kadar iki elimizi başımızın arasına alıp düşününce modernizmin düşüşünü anlıyor/hatırlıyor olsak da günümüzün ütopyalara izin vermeyen postmodern yıkıntısına baktıkça modernizmi ayırıp tekrar tekrar tefe koyanlarla yan yana durmaya biraz da yüzümüz kalmıyor olabilir. Duyguların karar süreçlerindeki değerini gösterip onlara toplumsal alanda iade-i itibarı postmodernizm kazandırmasına rağmen ironik bir biçimde modernizme de duygular üzerinden bugün daha müsamahakar yaklaşıyor olabiliriz.
Modernizm eleştirisi şemsiyesine girebilecek Hizmetkarlar gibi filmlerin etkisi zayıflarken, mesela dünyanın her tarafındaki yerliler ile ilgili, kolonyalizmle ilgili filmlerde bu zayıflama görülmedi. Çünkü geleneksel dünya, modern, postmodern, hakikat sonrası çağı - hepsini yatay kesen, sömüren sömürülen ilişkisi değişmedi. Kölelik - serflik - proleterya - beyaz ve mavi yakalı çalışan kesim; adı ve niteliği değişse de her biri döneminin ekonomik modeline göre uyumlandırılmış bir sömüren-sömürülen ilişkisinin hedefi durumda...
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi