Joker (2019)
Yönetmen: Todd Phillips
Oyuncular: Joaquin Phoenix, Robert De Niro, Zazie Beetz
Ödüller: Venedik F.F. - Altın Aslan, En İyi Film Müziği ve Graffetta d'Oro Ödülleri
Bence: Joker, Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan alarak bir çizgi roman karakterini beyaz perdeye taşıyan filmlerin şimdiye kadar kazandığı en prestijli ödüle uzandı. Ancak Joker’i hemen süper-kahraman/çizgi-kahraman filmleri türünü altına yerleştirmek yanlış olur; film, bu janrı besleyip - bence bir süredir yerinde sayan türe olası bir yön gösterse de temelde bir antikahraman’dan villain’a (kötü karakter) geçiş draması... Filmin çekirdeği taciz edilenin mütecavize dönüşmesi hikayesi, süper-kahraman janrına özgü, bu janr ile özdeşleşmiş, doğası gereği bu janra yakın duran bir hikaye değil. Joker, sinema evreninde V for Vendetta, Hiçbir Zaman Burada Değildin, Taxi Driver gibi filmlere alışıldık süper-kahraman filmlerinden çok daha yakın duruyor. Gotham gibi zor bir şehirde, anne ve baba travmaları ile yaralı, psikolojik rahatsızlıkların pençesindeki, toplum tarafından dışlanmış komedyen Arthur Fleck’in Joker’e dönüşmesinin hikayesini; filmografisinde Felekten Bir Gece – The Hangover serisi ve Git Başımdan! – Due Date gibi filmler bulanan ve komedi yönetmeni olarak bir kariyer yapan Todd Phillips yönetiyor. Joker’de hem yönetmenlik hem sanat yönetimi hem sinematografi hem başta Joker rolündeki Joachin Phoenix’in performansıyla oyunculuklar en üst seviye; film teknik olarak da belki en iyilerle beraber anılabilecek kadar iyi... Ancak yönetmen olarak harika bir iş çıkaran, zaten harika bir oyuncu olan Phoenix’ten de olabildiğince faydalanan Phillips’in hikaye anlatımı ve filminin üzerinde yükseldiği, arkaladığı değerlerle ilgili tercihleri arasında tartışılacak çok şey var.
Arthur, babasız büyümüş, annesiyle yaşayan komedyen olma heveslisi bir palyaço ama- pek çok diğer sorunun yanında – insanlarla ilişkileri sorunlu ve komedyen olarak diğer insanların neyi komik bulduğunu dahi ayrıştıramıyor. Zor çocukluğunun üstüne, onun gibileri kollamayan şehirde insanlarla ilişki kurma düzlemini bulamadıkça birçok psikolojik sorun biriktirmiş; bunlardan biri serinin devam filmlerinde meşhur olacak Joker kahkahasının temeli olarak rahatsız olduğu ortamlarda ortaya çıkan gülme krizleri…
Joker; bencil, kaba, fırsatsız ve sıkışık sistemin - bu “deliliğin” - içindeki yaşam ile başa çıkabilmek için bir yol bulamayıp sistemin onun gibi sıradan-küçük adamlara kıymaktan çekinmediğini fark eden Arthur’un yitip yerine Joker’in zuhur etmesi sürecini Batman evrenine ekliyor... Film, bir tür sınıf kavgasını da anlatısında kullanıyor: Öldürülen 3 borsacı genç adamın günlerce televizyon bültenlerini, gazete manşetlerini süslerken Arthur “ben (ve benim gibiler) ölsem üstüme basar geçersiniz” diyor. Film boyu; yukarıdakiler ve yönetimin birliğine karşı aşağıdakiler ve Joker yakınlaşıyor.
Phillips’in filminde sosyal sınıf perspektifini kurarken de ilk anda gözüktüğü kadar iyi niyetli değil. Şehirdeki ayaklanmalar anlatı perspektifini açık ediyor. Gotham olabilecek en kötü koşullarda sallanan bir şehir – daha çok tek başına işleyen Yunan şehir devletleri gibi: Ayyuka çıkmış sınıfsal gerilimleri ve sınıflar arası gelir uçurumları var; şehir çöp dağlarıyla kaplı, sokakları güvensiz; şehir yönetimi alt sınıflar hayrına çay kaşığıyla verdiği kimi sosyal hizmetleri de vermekten vazgeçtiği bir dönemde sıradan halk için umut ışığı olacak fazla bir neden de yok... Halkın bu gidişe tepki göstermesi, dur demesi, ilk fırsatta ayağa kalkması için gerekli tüm koşullar mevcut. Beklenen kıvılcım ile ayaklanan halk; ellerinde “diren” yazan pankartlarla her yeri yağmayan, yağmalayamadığını yakıp yakan, fırsatını bulursa linçe kalkışan vandallar sürüsü olarak filme yerleştirilmiş... Ayaklanan alt sınıflar, her türlü kötülüğü yapmaya hazır akılsız, ahlaksız bir güruh olarak yaratılmış. Bütün bu sıkışıklıkta bir tane insan gibi hak talep eden yok, bir tane usulünce seslendirilmiş talep yok. Ayaklanmacılar ile polis arasında film tercihini de polislerden yana yapıyor.
Joker, serinin içinden filizlenen yeni bir film-evren yaratırken, kendi bükümlerinden (twistlerinden) bazıları biraz patdadanak ortaya atılıvermiş. Bazısının nereden ve niye geldiği belli değil? Serinin önceki filmleri ile kurulan büyük hikayenin bazı kısımlarını “böylesi bak daha ilginç oldu” diyerek kırpıp, yeni hikayenin pek dayatmadığı güncellemeler yapılmış. Mesela; bir büyük güncellemeyi önceki filmlerde Richie Rich’in ailesi misali yardımsever-kapitalist diye seyirciye ittirilmiş Wayne ailesine Arthur’un gözüyle alt sınıftan bakarken yapmış. Bruce’un babası Thomas Wayne (artık) tam bir hödük; yoz bir politikacı, güç için insan ezmekten çekinmeyen bir zalim... Phillips, Thomas Wayne’i sıfırdan bir habis karakter olarak yeniden kurgulamak yerine; yine sınıflar perspektifinden çarpıştırsaymış daha güçlü bir film yaratabilirmiş. Şimdiki tercihi akla Soviyet konstruktivist sinemasını getiriyor; orada da kapitalistler zaten rezil insanlardı, zaten kötü ve zalimdiler. Bu zalimler filmdeki kötülüklerin kapitalizme yapışmasını engelledi, filmler hemen hep plastik ve ikna edicilikten uzak kaldı. Ancak kapitalist karakterlere olabilecek tüm iyi özellikleri boca edip, onların hepsini iyi niyetli yaratıp, buna rağmen sistemin onları kötülüğe zorladığını göstermek daha etkili olabilirdi. Benzer bir kolaycılık ve zayıflık Thomas Wayne karakterinde de var.
Wayne-Fleck gerilimin çalışabilmesi ve kalıcı olabilmesi için bu ikisi arasında izleyiciyi biraz da olsa arda bırakmak bir çözüm sunabilirdi. Ancak film, ikisini belli bir hiyerarşi ile sunuyor ve izleyiciye bir gri alan, bir ahlaki ikilem bırakmıyor. Bu dayatmacılık zaten Hollywood sinemasının temel sorunlarından biri; Hollywood sinemasında film her türlü ahlaki yargıyı sizin için baştan yapar, belli bir ahlak anlayışını dayatır. Joker, üzerinde dönen sınıflandırma tartışmasına - genel izleyiciye de hitap eden bir sanat filmi mi yoksa sanatsal ögeler de barındıran bir piyasa filmi mi?- bu perspektiften bakılarak cevap bulunabileceği kanaatindeyim.
Kalbur üstü denebilecek süper kahraman filmleri çoğunlukla genel izleyici için kurgulanıp, bu ana planı çerçevesinde kimi parçalarıyla bir filmde koşuşturmadan fazlasını bekleyen arthouse sineması izleyicisine de uzanmaya çalışırdı. Joker’de ise bu matematik ters işletilmiş görünüyor; film önce iyi film izleyicisini hedef alıp genel izleyici kitlesine de hitap edebilmek için dil sonradan kolaylaştırılmış. Burada zaman zaman kantarın topuzunun kaçtığını söylemek gerek: Mesela Phillips, kısa bir sahne ile çok şey anlatabiliyorken ya da bir cümle yetecekken, aynı çizginin üzerinden flashbackler ile geçip kimseyi arkada bırakmadığına emin olmak istemiş. Tekrardan kaçınmaması filmin temposunun hiç gereği yokken vites düşürmesine neden oluyor. Sinematik dilini de “Herkes Anlasın 101” seviyesine indirmekten kaçmamış: Mesela, masumiyeti çocukla sembolize ediyor, beğenilen kadına hemen kırmızı etek giydiriyor, kafası dumanlı Arhur’u koltuğa öyle bir oturtuyor ki tam kafasının üstüne arkadaki posterdeki “Drugs-İlaçlar/uyuşturucular” yazısını denk gelsin vs... Hali hazırda kıvırdığı bazı işleri, zaten izleyiciye ustaca ulaştırdıklarını, zaman zaman bir daha izleyici burnuna sokarak değersizleştirmiş.
Ancak, hakkını yemeyelim Phillips’in yönetmenlik ve hikaye anlatıcılığına bakıldığında film boyu harika kotardığı işler de var. Mesela, ilkinde Arthur’un yaşadığı hayatla beyhude mücadeleyi, ikincisinde Joker’e dönüşmesinin anlamı ve rahatlığını sinema diline döktüğü muhteşem iki merdiven sahnesi de harika... Arthur’u siluet olarak Charlie Chaplin filminin oynadığı perdenin içine yerleştirmesi harika… Omuz kamerasıyla çektiği buzdolabı sahnesinde izleyiciyi de adeta Arthur’la beraber buzdolabının içine sokuyor, yine harika… Arthur’un zamanında hayallerini süsleyen televizyon yayınına girmeden öncesi perde arkasındaki son halini gösterdiği kompozisyon, otobüs mizanseni, Arthur’un dans-jimnastik-Tai Chi arası hareketler yaptığı meditasyon sahneleri, giriş sahnesi dahil ayna ve ben ideali ile ilişkisi üzerinden oluşturduğu tekrar tekrar ortaya çıkan motif, Arthur’un vücudundaki deformasyonlar, makyaj.. Hepsi hepsi harika.
Phillips’in net alanla, renk paletiyle, perspektif ile, mercek seçimleriyle kurduğu dili de güçlü. Arthur’u deliliğe adım adım yürüttüğü sahnelerde hep sarı ışığı veya sarı duvarları kullanırken, Arthur’un zaman zaman kaçabildiği sığındığı yerlerde ışık yeşile dönüyor. Joker’in saçlarını yeşile boyamasının temelleri de belki buradadır. Arthur iki ışık arasında gidip gelirken, akıl sağlığı artık Rubicon’u geçtiğinde bir üçüncü sembol renk denkleme giriyor: Kırmızı...
Filmin Foucault ile Nietzsche’yi buluşturan bir yaklaşımı var. Joker; doğruya ve yanlışa kimin kazanıp kimin kaybedeceğine, komik olana ve komik olmayana “siz” dediği sistemin karar verdiğinden bahsediyor. Burada sistemden kasıt Foucaultcu manada iktidar... Diğer yandan da; köle ahlakına atıfla kaderle yüzleşmenin, boyun eğmenin erdem olduğu, yeri geldiğinde çocuk gibi azarlanabilen insanların kurda dönüşmesinden bahsediyor – Bu da tam Nietzscheci bir yaklaşım. Film ile ilgili bir iddia da şiddeti övdüğü ve meşrulaştırdığı iddiası: Joaquin Phoenix, bu eleştirileri sinemanın mesaj vermek, toplumu düzeltmek gibi görevleri olmadığı üzerinden cevapladı. Katılmak ile beraber üzerine de ancak şu söylenebilir: Sorgulamasının sonuçları tartışmaya açık olsa da Joker, şiddeti olsa olsa sorguluyor ve teşhis olmadan da tedavi olmaz…
Filmin en önemli varlıklarından biri Phoenix... Todd Phillips, senaryoyu yazarken zaten ta en baştan Phoenix’e göre diktiği Arthur Fleck/Joker karakteri film boyu evirip sonunda Heath Ledger’ın The Dark Knight’ta canlandırdığı Joker’e varıyor. Filmde sahne sahne yükselen bir Ledger’ın Joker’inin kokusu var... Burada Phillips’in balataları yakıp artık Joker’e dönüşen Arthur’u kendisine yapılan tezahüratlardan memnun portrelemesinin bir çuval inciri tehlikeye sokan, felaket bir seçim olduğunu düşünüyorum. Joker nihilizm ile absürdizm sınırlarında dolaşan bir efsane ve nihilistlerin alkışla işi olmaz, instagram fenomenleri gibi takipçiler ilgilenmezler. Kendi farklı zihninde belli hedefler için insanları ya da grupları kullanabilirler ancak bundan sahne zevki almazlar.
İzlemesi keyifli, sinemasal açıdan doyurucu, izleyenin içine girmesi kolay, üzerine düşünmesi keyifli ve son tahlilde iyi bir film... Tek sorun film üzerine düşünmeye başladıktan sonra filmle ortaklaşabilmekte. Filmin varsayımlarını kabul etmek de bu varsayımlar üzerine kurduğu düşünsel yapıyla arayı sıcak tutabilmek de güç… Şiddeti özendirdiği ile ilgili tartışmaları tamamen dışarıda tutarak konuşuyorum; Joker için niyeti bozuk iyi bir film demek en doğrusu.
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi!