O - It (2017)
Yönetmen: Andy Muschietti
Yıldızlar: Bill Skarsgård, Jaeden Lieberher, Sophia Lillis
Bence: Stephen King’in en çok okunan romanlarından O (It), lanetli bir kasabada 27 yılda bir ortaya çıkıp kasaba sakinlerinin en derin korkulardan beslenip kendisinden korkanları en korkunç şekillerde öldüren doğaüstü “şey” Palyaço Pennywise’ın ve onunla önce ilk ergenliklerinde sonra yetişkinliklerinde karşı karşıya kalan bir grup arkadaşın hikayesini anlatır. Kitap bir mini dizi olarak 1990 yılında Tommy Lee Wallace tarafından televizyona uyarlanmıştı – Tim Curry’nn canlandırdığı Pennywise bir jenerasyonun kabuslarına girdi. Andy Muschietti’nin 2017 model O’su, bir yeniden çekim değil kitabın bu defa sinema uyarlaması ve toplam iki filmden oluşacak serinin ilk filmi. İlk film, grubun kitaptaki çocuk-ergen dönemlerindeki ilk karşılaşma ile sınırlı. Öncelikle Muschietti’nin gerilimi ve korkuyu dilediği gibi ayrıştırarak sonra film boyu istediği oranda geri karıştırarak oluşturduğu omurgayı, Palyaço Pennywise’ın saldırılarındaki kamera oyunlarını, Pennywise’ın insan dışı bir “şey” olduğunu gösteren detayları (örnek: gülümsemesinin üzerinden alt dudağından akan salyasını gayet gayrı insani bir hissizlik ile silmemesi) ve grotesk sahnelerdeki CGI kullanımını övmek gerekli. Ancak, biraz kitabın da dayatmasıyla film, tonları birbiriyle çelişen janrları üst üste koyup taşımak zorunda kalmış: O’ya uzaktan baktığınızda bir korku filmi ancak yaklaştıkça bir korku-gerilim-ergenliğe ulaşma-iş çözen acar ergen oğlanlar çetesi filmine dönüşüyor ve bu aynı potada dört tür sentezi filmi lanetlemiş. “O” en kısa yoldan; ana hattı (korku filmi boyutu) güçlü, ama filmi genişletme, boyutlandırma çabaları sorunlu bir film- ki yan hikayelere kendi türleri içinde bütünden soyutlanarak bakıldığında hiç biri felaket olmamasına rağmen bu birliktelik bir doku uyumsuzluğu doğurmuş.
Korku hikayesi - omurga niye çok iyi:
Palyaço Pennywise filmin özellikle ilk yarısında şahane bir “kötü adam”- korku ve macera filmleri için olmazsa olmazı iyi kötü adam,
Salondaki herkesi sahne bitene kadar yerine çivileyen ve sahne bittiğinde salonun dalgalandığı, herkesin sağındakinden solundakinden güç almak için kıpırdandığı sahneler az değil
Korku hikayesinin parçası her sekans incelikli düşünülmüş ve farklı bir açıdan izleyiciyi sıkıştırmayı planlamış; bazen dehşetli, bazen boğucu, bazen vahşi, bazen sert
Kolaycılığa hiç kaçmamış – Klişelerden uzak, özgün kalmaya çalışan, film içi çeşitlilik peşinde ve “karanlıkta sürpriz” kolay zıplatmalara tenezzül etmeden izleyicinin çene kaslarını gerebilmiş
Korku filmlerinin izleyiciyi içinde alıp, istediği yerde dilediği kadar sarsabilmesi için, ne kadar doğa üstü, gerçek üstü, fantastik unsur içerirse içersin, gerçekle ilişkisini kaybetmemesi gerekir. Film ana tonunun/iç melodisinin içinde izleyicinin gerçeğiyle uyumlu bir tını barınmalıdır. Ancak O’nun hamurunda izleyiciye izlediğinin bir film olduğunu devamlı hatırlatmak var. O’nun tonunda gerçeklikten koparan iki faktör var. Birinci faktör filmi saran ve onu blockbuster’a dönüştürme amacı güden “Hollywood tipi biçimlendirmeler”: Stilize edilen karakterler, olaylar, ilişkiler hikayeyi izlemeyi kolaylaştırıp yumuşatırken, filmi özgünlükten uzaklaştırıyor ve klişeler ile -mış gibi yapmalar bölgesine sürüklüyor. İkinci faktör de “fazla-boyutlandırma”; filmin korku filmi kanalı ile, acar ergenler çetesi kanallarının beraberliği filmin tonunda bir tutarsızlık, tonda zaman zaman bir dalgalanma yaratıyor. Filmin tonu Cuma gecesi sineması ile Pazar sabah saat 11.00 film kuşağı arasında zaman zaman gidip geliyor: Çocuk dedektifler duvara sabitledikleri haritalar üzerinde çalışırlar sahnesinin ertesinde sarkan bağırsaklar sahnesi, onun üstüne “OO anlayalım, anlayalım” tadında bir öpüşme sahnesi, üstüne “o binaya 50 yıldır kimse girmedi ama simdi acar çocuklar kötü canavarı haklamaya gidiyorlar haydiii” sahnesi.
Oyunculuklar genel itibarıyla eleştirmenler tarafından beğenildi, ancak benim en az üç sahne de eyvah eyvah dediğim oldu. Ergenler çetesi, her bir üyesini tanıtıp ayrık birer karakter yaratmak için çok geniş – en az iki karakter fazla (hele Stanley karakteri fena). Palyaço Pennywise’ın vuruculuğuna alıştıktan sonra özellikle filmin ikinci yarısı biraz sıradanlaşıyor; ancak Pennywise rolünde Bill Skarsgård’ın oyunculuğuna diyecek bir şey yok. Filmin tek yıldızı Beverly rolündeki Sophia Lillis ve Ben rolündeki Jeremy Ray Taylor ve kısa rolüne rağmen Henry rolündeki Nicholas Hamilton övgüyü hak eden işler çıkartmışlar. Bill rolü tüm bu eşit ağırlıklı roller arasında baş role en yakın olanı ve Jaeden Lieberher bu rolü olabilecek en silik performansla doldurmaya çalışmış. Bana “acaba niye Lieberher?” dedirtti.
Göz Çıkaran Çöpler:
- Acar çocuklar çetesi içinde tartışma çıkar; bir kısmı dibinde 500 dişi olan canavar bulunan kör kuyuya girmek istemezken, diğer grup düşman üstüne çullanmak istemektedir. Sonunda çocuklardan biri tartışmayı şu veciz sözle tatlıya bağlar: “O da bunu istiyor zaten, bizi bölmek istiyor.”. 10.yy’den beri işe yarıyor bu nida. Aynı bir avukatın “Ne yapmış bu adam adam mı öldürmüş, ırz düşmanlığı mı yapmış” savunması gibi.
- Pennywise kendini öbür oğlanlardan biri olarak gösterip karanlık yuvasının derinliklerine kaçarak kendisini takip edecek çocuğa tuzak kurar. Arkadaşını gördüğünü zanneden çeteci arkadaşına şu sözlerle serzenişte bulunur: “Saklambaç oynamıyoruz burada!”
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Notlar nümerik değil, kategoriktir.
Bonus: