Pastacı – The Cakemaker (2017)
Yönetmen: Ofir Raul Graizer
Yıldızlar: Tim Kalkhof, Sarah Adler, Roy Miller
Ödüller: Karlovy Vary F.F. - Ekümenik Jüri Ödülü, İsrail Film Akademisi Ödülleri – En İyi Film dahil 7 ödül, Trondheim F.F.- Seyirci Ödülü
Bence: Öykü, François Ozon’un Frantz’ını uzaktan hatırlatacak şekilde, genç bir Alman pasta ustası ile İsrailli bir kadının aynı adam için tuttukları yas üzerine kurulmuş. Bu haliyle hikaye, melodramın kolaycı araçlarına kapı aralarken yazar-yönetmen Ofir Raul Graizer, karakterlerin birbirleriyle ve filmin seyirciyle arasını açıp, mesafeleri artırmış ve her karakterine tek başlarına yaşam alanları yaratarak filmini melodramik tatsızlıklardan uzak tutmuş. Anlatısının, biçim üzerinden fazla şekerlenmesini de fazla duygulara oynamasını da engellemiş. Dünyaya yaklaşan devasa bir meteora mekik ile fırlatılıp, meteoru delip atom bombasıyla rotasından kaba kuvvetle saptırmaya çalışan adamların filmi sinema evreninde bir uçtaysa Pastacı tam öbür ucunda; olabildiğince naif, koşuşturmadan uzak ve incelikli. Meteor delen; Amerikalı, eril ve direkt anlatısı kapıyı kırarak girmeye kalkarken, Pastacı; (ekol olarak) Avrupalı, panseksüel ve dolaylı - anahtar deliğinden duman gibi süzülüyor...
Pastacı, İsrailli yönetmen Graizer’in yaşayıp bildiği Berlin ve Kudüs’te geçiyor. Berlin’de ufak bir pastanesi olan Thomas’ın, işi sebebiyle Berlin’e ayda bir gelen evli ve çocuklu Oren ile ilişkisi, Oren’in beklenemedik ölümüyle son buluyor. Bu vefat Thomas’ı Kudüs’e, Oren’in karısı Anat’ın kafesine sürüklüyor. Graizer, hem Kudüs’te hem Berlin’de şehir sembollerinden uzak durmuş; ara sokaklar, pazarlar gibi kent sakinlerine ait mekanları kullanmış– bu açıdan akla Jean Vigo’nun L’Atalante’ı geliyor; Viggo Eiffel kulesi Notre Dame gibi sembollerden hiçbirini kullanmayan ilk Paris filmini 1934’te yapmıştı. Graizer’inki tabii ki bilinçli bir tercih; iki şehrin (özellikle Kudüs’ün) ve toplumun en sıradan akış içinde işleyişini, kültürünün mensuplarına günlük hayatta sunduklarını ve dayattıklarını filminde öge olarak kullanmak üzere bu yolu seçmiş.
Graizer, Pastacı ile ilk yönetmenlik deneyimi olmasına karşın sinematik dili kullanma konusunda oldukça gözü pek davranmış. Filmin sinematik araç çeşitliliği yüksek ve sinematik dili de güçlü. Renk kullanımı, anlatı ögesi olarak kurgu, motif kullanımı, çerçeve dışı ses ve dış mekandan unsurları iç mekan çekimlerine dahil ederek kurduğu kompozisyonlar… Graizer, bu ögeleri tutarlı bir birliktelik içinde kullanabilmiş ve filmini ana dilinde -sinema diliyle- konuşturmayı başarmış. Tartışmaya kalktığı konuları derinleştirmiş ve hissettirmeye çalıştıklarını büyük oranda hissettirmiş.
Pastacı’nın karakter kurgusunda edebi bir ton var, ben edebiyat araçlarından sinemaya paslara McLuhan-vari/“Araç Mesajdır”a göz kırpan bir yaklaşımla şüpheyle baksam da, kabul ediyorum ki bu paslardan yerli yerinde, bir ihtiyaca karşılık kullanılan ve haddini bilenleri filme değer katabiliyorlar. Az sayıda karakter talep eden öykü sayesinde (2.5 karakter : Thomas, Anat ve Oren’in mütedeyyin kardeşi Motti) film her karakteri edebi derinlikte işlemeye imkan ve zaman bulmuş - sinemada edebi karakter oluşturmak deyince aklıma Zvyaginthsev’in Elena (2011)’sı geldi. Üstüne Graizer ve görüntü yönetmeni Aloni’nin ölçek ve açı tercihleri- sıklıkla kullanılan yakın planlar ve oyuncuyu ya da detayı yalnızlaştıran dar net alan derinliği seçimleri edebiyat aleminden ödünç alınan araçların çalışmasını sağlamış.
Graizer kamerasını karakterlerine iyice yaklaştırarak; başta Thomas ve Anat’ın iç dünyalarının yansıttıkları ve bastırdıklarıyla perdeyi doldururken bir yandan da maruz kaldıkları toplumsal baskıyı hissettirmek istemiş. Tehdidi canlı tutmak ve tartışmasına katmak için çoğunlukla iç mekanda geçen filmde, kamusal alan sokağı en kısa yoldan filme dahil etmek için iç mekan çekimlerinde bile sokaktan uzanan sesler kullanmış. Sesi kullanamadığı yerlerde aydınlatma bu defa sokaktan gelmiş, kamusal alanın ve etkilerinin/baskılarının görünürlüğü vurgulamak için genelde dışarısı içerisinden çok daha aydınlık olmuş. Gölgelere de böylelikle sembolik anlam yüklenebilmiş; Pastacı’da gölgelere saklanan hakikatler ve Thomas’ın “dolaba saklı” homoseksüelliğine atıflar çok açık. Graizer ışığı sadece dış mekan-iç mekan bağının dışında da bolca kullanıyor – örnek Thomas yalan söylerken sert bir dramatik aydınlatma altında yüzünün yarısı karanlıktayken, öbür yarısı aydınlıkta konuşuyor.
Filmin, (karakterlerine) söyletmek yerine (kendi) göstermeyi öncülleyen tavrı ve sinematik araçlara verdiği önem ile tutarlı/birbirlerini destekleyen ritmini ve atmosferini beğensem de senaryoda bir iki hıçkırık buldum: Filmin ölen Oren’i rahat bırakmayıp, üzerindeki belirsizliği kaldıracak çeşitli ölüm-öncesi kararlarını izleyiciye sonradan bildirmesi filmin genel tonuna yakışmayan, hikayenin ihtiyaç da duymadığı Hollywood-vari bir hamle. Graizer’ın büyükanne karakteri üzerinden kurguladığı oyun da sorunlu: Büyükannenin sezgisel bir öge olarak katılımı filme hafif mistik hafif romatik bir ruh katmış. Ancak bu ayrık parça ne ana hikayeyi besliyor ne de filmin genel tonu, tavrı ve atmosferiyle uyumlu. Filmin yürüdüğü, açıldığı yöne de ters… Graizer’ın bu oyundaki amacı aslında açık: Karakterlerini izleyiciye (gereğinden fazla) sevdirmek. İzleyiciye karakterleri sevdirmek ve özdeşleşme yaratmak yine Hollywood’un reçetelerinden.
Hikayenin Berlin ve Kudüs’te geçmesinin yanında öykünün ebeveynlerin biri dindar diğeri seküler olmasının çekiştirdiği çocuklar gibi parçaları Grazier’in kendi hayatından senaryoya taşıdığı ögeler. “Aynı insan için çoklu yas” hikayesini evrensel bulan Graizer, insan hikayesi üzerinde yürümenin; dinin, milliyetin ve cinsel orientasyonun insan gruplarını kültürel mahallere ayıran bariyerlerini çözeceğine/eriteceğine inanıyor.
Yönetmen tercihleri, yüksek kalibrede oyunculuk performanslarını filmin başarısı için zorunlu hale getirmiş. Sarah Adler bence geçen yılın en iyi filmlerinden Foxtrot’tan hatırlayacağınız zaten harika bir oyuncu – Graizer, Adler’den Anat karakterini oynaması için ta 2012 yılında söz almış. Thomas’ın seçmeleri uzun sürmüş sonunda seçilen Tim Kalkhof seçmelerdeki monologlarıyla Graizer’ı etkilemiş: Pastacı’da iki monologu var. Kalkhof, film için 8 kilo almış ve fırıncılık kurslarına gitmiş. Adler-Kalkhof uyumu iyi bir oyuncu çift oluşturmuşlar; özellikle tek plan çekimlerde filmi beraberce yükseltmeyi başarmışlar.
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi!