Sınır - Gräns – Border (2018)
Yönetmen: Ali Abbasi
Yıldızlar: Eva Melander, Eero Milonoff, Jörgen Thorsson
Ödüller: Cannes F.F. - Belirli Bir Bakış Ödülü, Akademi Ödülleri - Ybancı Dilde en İyi Film - Aday, Münih F.F. - Yükselen Yönetmen
Bence: Ali Abbasi ikinci uzun metrajlı filmi Sınır ile Cannes Film Festivali’nden Belirli Bir Bakış Ödülü kazandı. Platon’dan miras iyi ve güzelin el ele birlikteliğini elinin tersiyle ittiren, İskandinav masallarından beslenen hikayesinin içinde “insan olmaklık” ve varlık, kimlikler ve toplum, bellek ve duyum üzerine tartışıyor. John Ajvide Linqvist’in kısa hikayesinden beyaz perdeye uyarlanan Sınır, farklı olmanın cisimleşmiş hali Tina etrafında şekilleniyor. Film, açılışında Tina’nın farklılığını bir genetik bozukluğa dayandırıyor ancak akışta bu DNA farklılığı kendini açacak ve filmi bir ucundan fantastik alana sokacak… Tina’nın yüzü deforme ve fizyolojisi neandertalleri andırıyor, ancak diğer yandan koku alma yetisi öyle gelişmiş ki suçluluk, korku, öfke, utanç gibi duyguları bile algılayabiliyor. Bu özellikleri sayesinde İsveç’te bir ufak limanda sınır koruma memuru olarak çalışıyor. “Normal” insanların ufak tepeden bakmaları hariç sıradan ve rutinlerine sıkışmış, Alzheimer sınırındaki babası hariç iletişimsizlikler ile sarılı hayatı, sık sık sınırdan geçen Vore ile bir bağ kurmasının ardından değişiyor.
Modern toplumda bireyin kendi kaderinin sorumluluğunu yüklenmesinin, lanetli özgürleşmesinin ve özneleşmesinin bir sonucu olarak hepimiz, belli oranda toplumdan ayrıyız; bir takım sosyal bağlar ile içeriye uzansak da bir ölçüde dışarıdayız. Toplum ortalamasını temsil eden ortalama insanı yaratabilseydik, bu kişi hiçbirimize benzemeyecekti. Çevresinde kimseyi bulamayacağından yalnızlık çekecekti. Hepimiz – tıpkı Tina’nın dile getirdiği gibi - kendimizi en azından çocukluğunda özel ve farklı hissettik, şimdi de erişkinlikte zaman zaman yabancı ya da dışlanmış/dışarıda hissediyoruz. Sınır’da bu ortalamadan sapma biraz büyütülerek Tina ve Vore’de cisimleşmiş. Tartışılacak parçalar ele gelmiş ve tartışmaların sonuçları daha görünür olmuş.
Abbasi, günümüz insanındaki bu yabancılaşmayı iki sınıfa ayırmış. İlk sınıfı Tina temsil ediyor: Çevresini saran değerleri içselleştirmiş – yerleşmiş ve artık asimile olmuş; toplumun dayattığı ahlakı, kuralları, yordamları, reçeteleri duyduğu rahatsızlıklara rağmen kabullenerek kendini bir konfor alanına sıkıştırmış ve bir süperego’yu geliştirmiş; doğasını zorlayan yayları gevşetmek için işleyişte doğaya kaçmasına imkan verecek cepler yaratmış; sınırlarını korumak için kendine dizginler vurmuş; toplumun kendisine biçtiği donu kabul etmiş... Diğerini Vore temsil ediyor: Toplum ile bağları tamamen atmış, genel geçer ahlakı reddetmiş, doğal halinde onu kabul etmeyecek topluma karşı nefretle dolmuş, çoğunlukla benliğini id’in kontrolününe teslim etmiş; içgüdüsellleşmiş, bireyselleşmiş ve göçebeleşmiş... Belli ki bir teklikten – bir ortaklıktan- ayrılan bu ikinin ( temsil ettikleriyle Vore ve Tina’nın ) yollarının yeniden kesişmesiyle tetiklenen diyalektik süreci izliyoruz. Vore ile Tina’nın çarpışmalarını; medeni – medeniyet dışı, asimilasyon – isyan, Apollon–Diyonisos, şiirsel – gerçekçi, iyi – kötü, efendi ahlakı – köle ahlakı, sanrı – gerçek gibi çeşitli ikilikler üzerinden okunabilir… Hangi çiftleri alırsak alalım Abbasi’nin diyalektiğin çarklarını göstermek istediği aşikar.
Tina ve Vore (ya da Tina’nin perspektifinden Vore) üzerinden kurulan ahlaki ikilem önemli: (Vore;) iyi mi? kötü mü? hem iyi hem kötü mü? Yoksa ikisinin diyalektiği sonucunda varılacak olan “iyi ve kötünün ötesinde” mi?
Ali Abbasi filmin çekirdeğinden bolca tartışma konusuna uzanıyor. Duru ve keskin kalabilmek adına, filmi uzatmaktan, fazla yayılmaktan çekinmiş ve olay örgüsündeki kimi parçaları üstün körü geçmeyi tercih etmiş. Tartışmalarına ya da atmosfere dolaysız katkı sağlamayan ancak öyküyü bir arada tutmak için gerekli parçaların üzerinden kayarak geçmiş ve buralarda zamandan tasarruf etmiş. Mesela Sınır, içindeki suç hikayesine sadece bir ayağını koyuyor; filmi suç türüne sokacak kadar ileriye gitmiyor. İkinci bir örnek Tina ile Roland’ın ilişkisi; Roland karakteri kağıt kadar ince, etrafına yerleştirilen üç beş özellik sadece duyarsızlığını ve parazitliğini vurguluyor. Karakterin hiçbir derinliği yok. Hızlandırılan alanlarda klişeler ve “kör gözün parmağına hemen sokayım” da geçeyimler var – misal; Roland’ın köpek yarışı için arabaya binerken telefonda söyledikleri yüz kızartıcı...
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi!