The Lighthouse (2019)
Yönetmen: Robert Eggers
Oyuncular: Willem Defoe, Robert Pattinson
Ödüller: Cannes F.F. - FIPRESCI Ödülü
Bence: İlk filmi The VVitch ile yeni nesil korku türünün öncülerinden kabul edilmeye başlanan Robert Eggers ikinci filminde ilk filminin de ötesine uzanan bir anlatı kurmuş. New England açıklarındaki gri ve sert denizin ortasında bir ufak adaya yaşlı deniz feneri bekçisi Thomas Wake’e (Willem Dafoe) yardımcı olmak üzere genç Ephraim Winslow (Robert Pattinson) geliyor. İki adama bile dar gelen ada, kısa sürede delilikle aydınlanmanın, sanrılar ile hakikatin birbirinin içine girdiği bir mücadele alanına dönüşecek. Eggers hikayesinin ihtiyaç duyduğu sıkışmışlık hissini aşırı dar bir çerçeve tercihiyle artırmış; sesin sinemaya girdiği dönemde 35 mm filmin kenarına ses şeridi eklenince iyice daralan (1.19:1), 1920’ler ve 30’larda kalmış Movietone çerçeve oranını kullanarak klostrofobik atmosferini güçlendirmiş. Eggers bir yandan film yürüdükçe mengeneyi sıkıştırıp tekinsiz havayı körükleyeceği diğer yandan tanrı-kul, baba-oğul ve (Hristiyan anlamıyla) Baba – Oğul, efendi-köle, Prometheus-Zeus, ikiliklerini beraberce besleyip buradan bu ilişki biçimlerinin en ham halleri üzerine tartışabileceği sinematik bir dil kurmuş. Bu tartışmayı sıraya dizen, bir düzene oturtan senaryoda Herman Melville’in Moby Dick’inden Robert Louis Stevenson’ın Define Adası’na yıllanmış kitap kokusu var, ayrıca 19.yy deniz feneri günlüklerinden pasajlar olduğu gibi alıntılanmış.
Olay örgüsünde; diyalogsuz geçen ve Tarr’ı anımsatan bir girişin ardından daha ilk günden isyana teşne Ephraim ile en başından ikisi arasındaki hiyerarşiyi olabildiğince derin tutmaya kararlı Thomas arasında filmin etrafına sarılacağı bir gerilim filizleniyor. Ephraim tüm işleri beraber bir iş bölümü içinde yapmaları gerektiğini yazan “kitaba” dayanırken; kendisini tek otorite olarak konumlandıran Thomas tüm kontrolü eline alarak fener ve ışığı ile ilgili işleri kendine ayırıyor. Ephraim’i de öncenin köleleri – 19yy’ın kadınları gibi evin işlerine koşturuyor...
Aralarında bir hiyerarşi tesis ederek bir kutunun içine/adaya sıkıştırılmış iki adam/eril güç... Deniz feneri ve fenerin ışığı bu korkunç adada (dünyada) tek gerçek değer... Eggers ışığı farklı şekillerde aynı anda yorumlamayı başarmış, seküler okumayla mutluluk ya da anlam, mitolojik okumayla bilgi ya da (yine) anlam, baba-oğul üzerinden anne ya da dişil tamamlayıcı güç – Thomas, fenerden (ve/veya ışıktan bahsederken dişi zamir kullanıyor. Işığa ve veya ateşe sadece tanrılar sahip olduğundan yola çıkarsak ateşe ulaşmak insanoğlunun tanrılaşması, oğlun babalaşması, kölenin efendileşmesi demek.
Eggers, ateşi Olympos Dağı’ndaki (deniz fenerindeki) tanrılardan insanlara vermek üzere çalan ve Zeus tarafından ciğeri bir kartala her gün tekrar tekrar yenmesi ile cezalandırılan titan Prometheus’un hikayesini filminde merkeze almış. Hristiyan mitolojisinde ışık ve Yunan mitolojisinde Prometheus’un çaldığı ateş bilgiye işaret ediyorlar; ama bu bilgi neyin bilgisi? Bu bilgi/hakikat herhangi bir bilgi değil; düşünebilmenin, logosu kullanabilmenin ve yaratmanın bilgisi – bir ben olabilmenin bilgisi... Yaratmak tanrısaldır; ateşe sahip olmak, ona hükmetmek ve dolayısıyla yargıda bulunabilmek ve kalıcılık da tanrısal özelliklerdir. Hayatta bir anlam bulabilmek için bu tanrısallığa ihtiyaç var – Prometheus bu tanrılara özgü özelliği insanlara getirerek insanları da tanrısallaştırdı. Zeus’un Prometheus’a büyük öfkesinin sebebi buydu. Prometheus, insanların ölümlü yaşamlarına anlam kattı. Ephraim’in deniz fenerine çıkma arzusu ile Tom’un onu oraya çıkartmama arzusu bu hikaye üzerinden okunmalı... Egger tartışmayı buradan alıp; bugünün iktidar kavgalarına, kültürle kirlenmemiş halde baba-oğul gerilimine, köle-efendi diyalektiğine taşımayı izleyiciye bırakıyor.
İki adamın arasındaki gerilimin beslediği ve bir şiddet olasılığını sürekli içinde barındıran atmosfer içinde bir seksüel tansiyon da barındırıyor. Eggers bu gerilimlerin zaman zaman fiziksel şiddete dönüştüğünü doğrudan, zaman zaman da seksüel ilişkiye dönüştüğünü yarı-dolaylı yoldan anlatıyor. Promethus’un adının anlamlarından biri de oyucudur ve ateşi bir kamışın içinde dağdan insanlara indirmişti. Taşıdığı ateş de aslında ateş başlatan kıvılcımdı ve kıvılcımın elde edilme yöntemlerini düşünürsek buradan cinsel ilişki bağlantısına ulaşırız. Olay örgüsünü, öyküdeki hiyerarşiyi, ölümüne iktidar mücadelesi, aşağılama ve aşağılanmaları, film boyu izleyiciye fışkırtılan vücut sıvılarını ve cinsellikle hiyerarşi arasındaki bağı yine Prometheus mitolojisi bir arada ve anlamlı tutuyor. Freud; Prometheus hikayesini, aynı Zümrüt-ü Anka’nın küllerinden doğması ve Lerna yılanın kesildikçe tekrar çıkan başı gibi doyumla sönen libidinal arzuların tazelenişi olarak okumuştu. Prometheus’un içinde ateşi taşıdığı içi boş tahta çubuk fallik bir semboldü; sidik –su, meni –ateştir.
Eggers’in The Lighthouse ile – doğrusunu yaparak mülakatlarda asla üzerine konuşmadığı –katman katman açılan bir tartışması var. Bir sonraki adımda; Thomas ve Ephraim’in mücadelesi, insanın fırlatıldığı varoluşla, anlam arayışıyla ve bir yandan birbiriyle mücadelesi de olduğu anlaşılıyor... Bir sonraki katmanda Ephraim ve Thomas; aynı hristiyan tanrısının ve oğul tanrının aslında aynı/bir olması gibi; aslında aynı/bir insan (insanlık) – isimlerinin birbirlerine yakınsaması buna delil. Bu aynılaştırma aslında farkları olmadığını mücadelenin insanın kendi kendisiyle olana indirgenebileceğini söylüyor. The Lighthouse maalesef Türkiye’de vizyon görmeyecek. Eggers bu senenin en iyi işlerinden birini yaratmış, Pattinson da - Phoenix ve Driver ile beraber bu senenin harikulade üç oyunculuk performansından birini sergiliyor.
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Puanlar, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi!