Üç Tepe – Drei Zinnen - Three Peaks (2017)
Yönetmen: Jan Zabeil
Yıldızlar: Alexander Fehling, Bérénice Bejo, Arian Montgomery
Ödüller: Locarno F.F. - Variety Piazza Grande Ödülü, Hof Uluslararası F.F. - Alman Sineması Yeni Yetenek Ödülü (Zabeil)
Bence: Üç Tepe’nin yazar-yönetmeni Jan Zabeil filmine, Ruben Östlund’un Force Majeure’ünü (fragmanı Bonus bölümünde) hatırlatan aile olmak ve aile dinamikleri, Freudyen gerilimler ve güç dengeleri odaklı elastik bir dış yüzey örmüş. Böylelikle, alegoriler-semboller-referanslar üzerinden güçlü bir ikinci anlatıma alan açmış. Zabeil, Östlund’un mizahını dışarıda bırakmış, kendi öncelik listesi ile filminin yönünü farklılaştırmış ve kendi patikasını açabilmesi için eğilip bükülecek eklem yerlerini değiştirmiş: Taze ama ciddi bir ilişki içerisindeki 30’larında bir kadın ve kadının ideallerindeki eş konumunda oturan bir adam; kadının eski evliliğinden 8 yaşında bir erkek çocuk ve uzaklardaki terk edilmiş öz babanın gölgesinden müteşekkil bir malzeme listesi ile çalışmış.
Dramatik kurgunun ilmeklerinin aralıklı atılmasındaki temel sebep, alegoriler ve semboller üzerinden tarihe uzanıp izleyiciyi kültürel (ve hatta tinsel) bağlantılar ile yakalayacak ikinci iletim kanalına alan açmak: Zabeil, Aronofsky’nin Anne!’sinin kafasını yüzeye çıkartmaktan çok da çekinmeyen, sık sık referanslarla hikayeye bulaşan, sonunda onunla birleşen, zaman zaman sazı tamamen eline alan ve sinema diline filmin armonisi içinde yüksek tonda yer verebilen iletim kanalını hatırlatan bir tamamlayıcı kanal döşeyerek gür sesli bir film yaratmış. (Anne! – Mother! (2017) yazısı: https://www.muratcanaslak.com/anne/ )
Hikaye; yaz ortasında iki sevgili [Aaron (Alexander Fehling) ve Lea (Bérénice Bejo)] ve Lea’nın 8 yaşındaki oğlu Tristan’ın (Arian Montgomery) bir taraftan tatil yapmak, bir taraftan ilerleyen ilişkinin geldiği seviyede köklenmeye başlayan yeni ailenin bağlarını temellendirip güçlendirmek üzere geldikleri İtalyan Alplerindeki beyaz dolomit mermerleriyle ve üç tepeli zirvesi (Tre Cime) ile meşhur Laveredo’da geçiyor. Lavaredo’nun filme yansıyan iki yüzü var: Yükseklikten dolayı cansız Tre Cime’nin bir yamacı gölgede erimeyen kar nedeni ile, bir yamacı doğal mermerle bembeyaz ve sarp kayalarla beraber bu cansız beyazlık ulvi atmosfer yaratıyor; buna tezat olarak Aaron’un dağ evi, yeşilliğin ve canlılığın içine gömülmüş. Tre Cime dikey, sert, eril, verimsiz, cansız ve mistik; eteklerdeki ova yatay, yumuşak, dişil, doğurgan, canlı ve dünyevi...
Medeniyetten kopuk ama seyirciyle konuşabilen bu çevreler, günlük işleyişten ve dışarısıyla her türlü etkileşimden uzak bir sahne kuruyorlar ve filmin Aaron, Lea, Tristan ve George arasındaki ilişkiler ağını soyutlanarak sunulmasına çok uygunlar. Böyle bir atmosferde canlanan aile draması kokan hikaye, önce psiko-dramaya evirilip derinleşiyor, ilerledikçe içine hayatta kalma hikayesi ve bir ölçüde korku sinemasını katarak akış boyu genişliyor ve çok sesliliğe evriliyor. Baba olmanın değeri-yükü-anlamı üzerinden başlayan yüzeydeki hikayenin yanında, alttan alta, içinde Tanrı-Baba alegorileri, yaradılış hikayeleri referansları, Freudiyen anneyi paylaşamama çekişmeleri olan kendi içinde tutarlı, tamamlayıcı bir ikinci anlatım kanalı oluşuyor. Bu ikinci/tamamlayıcı kanalın aktarımdaki ağırlığı yüzeydeki hikayeyi aşana kadar bu kanal yavaş yavaş büyüyor.
Kurulumunun ortaya çıkartığı beklenen gerilimler, kimsenin suçlu olmadığı sürtüşmeler, ilişkilerde gelgitler doğururken Zabeil, sırayla karakterlerini parmağıyla işaret edip diğerlerinden kopartıp antagonist (karşıt karakter) olarak izleyiciye gösteriyor – Zabeil, daha ziyade izleyiciye bu durumlarda bir suçlu var mı diye soruyor ve bir yandan da kullandığı çoklu perspektifi gösteriyor. Zabeil’in parmağı karakterler üzerinden dolanmaya devam ederken, filmin bir kötü karakateri olup olmadığı, varsa bunun kim olduğu seyirciye bırakılmış: – eğer varsa – Bu, hem fiziksel hem entelektüel olarak yüksek [belki ideal erkek?/ belki Tanrı?] Tristan’a babalık yapmaya hazır Aaron mı? Yoksa, 8 yaşındaki, çok sevdiği-anne babasının ayrılığıyla dolmuş Tristan mı? Sesini bile ancak telefondan homurtu olarak duyabildiğimiz sevdiği kadını daha güçlü bir adama kaybetmiş George mu? Yoksa oğlu ve ideal sevgilisi arasında denge peşindeki ve iyi baba kocasını terk ettiği için bir tarafı pişmanlık duyan Lea mı?
Üç Tepe'nin üç lisanlı bir anlatımı var ve her lisan, güç dengesindeki eğilimlerin izleyiciye gösterilmesine yardım ediyor. Fransızca anne Lea’nın, İngilizce biyolojik baba George’un, Almanca Lea’nın uğruna George’u terk ettiği Aaron’ın lisanı… Tristan perspektifinden Aaron’ın sıfatının dönüşümleri filmin içindeki kritik vuruşları (beat'leri) göstermesi açısından önemli: (sırasız olarak) sıfatsız Aaron, annesinin sevgilisi Aaron, eğlendiği ağabeyi Aaron, baba Aaron, düşman Aaron, yoldaş Aaron, fethedilen Aaron vs. vs.
Alegorik-sembolik ikinci anlatım kanalı, üstü fazla örtük ve içeriği izleyici için yakalaması zor bir kanal değil. Üç Tepe’yi iyi film sınıfına sokacak sihirli dokunuş, bu kanaldan taşınanlarla geliyor. Ancak bu tamamlayıcı kanalın izleyiciyle iletişime geçme sıklığı, yoğunluğu ve filmdeki ağırlığı nedeniyle, bütünü yakalayabilmek için anlatımda ortaya çıktığı anda hemen peşine takılmak, dalgasını yakalamak, vagonuna atlamak gerekiyor.
Alegorik-sembolik anlatım, kullandığı araç çeşitliliğiyle ve uzun hikayesiyle anlatımıyla filmi derinleştirmiş. Tamamlayıcı kanalın yüzeyde tezahür etme şekillerinden bazıları şöyle:
· Rönesans tablolarının canlandırması üzerinden yaradılışa, Japon Ukuyo-e’leri üzerinden mücadeleye, gün ışıkları ve göller üzerinden yaradılışa, doğuma ve yeniden-doğuma referanslar olarak;
· Platon idealizminden ve Antik Yunan’ın adaleti öncüleyen yaklaşımından, Tek Tanrılı geleneksel dönemin iyilik kavramına varan, Baba- oğul ve Tanrı-İnsan ilişkilerini iç içe sokmak için hikayeye çağırılan psikanaliz ve dinler mitolojisine uzanan semboller ve anahtar kelimler içeren diyaloglar üzerinden;
· Güç kavgalarını ve iktidar mücadelesini ve iktidardan düşenleri işaret etmek için çalışmayan elektrikli testereler, kırılan el testereleri, hayat kurtaran kalın ağaç dalları gibi semboller ile;
· Korkuları konuşturan; bilinç-altı yansımaları rüyalar, yeraltı canavarları öyküleri ve hayvanlarla ilişkiler üzerinden kurulan mizansenlerle;
· Modern insanın kendini sürüklediği koşullar içinde gözlerini görmez hale getirmesini anlatan yoğun bir sis ve kendi sesinin yansıması yüzünden Tanrıyı ve yolunu bulamayan modern insanın durumunu sıradağlar arasında yankılanan eko ile yüzeydeki hikayenin içine tamamlayıcı alegorik anlatıyı akışı bozmadan yerleştirmeyi başarmış.
Tamamlayıcı kanaldan dolanlar bu tazahüler ile yaratılan atlama taşları ile sınırlı değil: İbrahim-i dinlerin yaratıcı Tanrısı ile Spinoza’nın Doğa-Tanrısı ayrımı; eski tanrıların yerini almaya çalışan modernizmin rasyonalizme dayanan, aklı en öne koyan insanının bir Tanrı olmadığına ayması gibi tarihsel tartışmalara dayanan felsefi iskelet yüzey altından akan akıntıyı güçlendiriyor.
Kazimir Maleviç'in "Beyaz üzerine Beyaz" resmi suprematizmin en önemli örneklerindendir. Suprematizm, görünen nesnel dünyayı tamamen geride bırakıp, soyuta varan, hatta soyutu da kendinden önceki tüm sanatla beraber aşıp; figürü, biçimi ve rengi de geride bırakan, sonunda ulviyi hedefleyen bir sanatı arıyordu. Böylelikle konstrüktivizmin işlevselliğinin tam karşısında yer alıyordu. Tristan'ın filmde beyaz montu ve beyaz pantolonuyla bembeyaz mermerler ve karlar üzerinde uzun süre görüyoruz. Tre Cime'nin eteklerindeki bildiğimiz dünyadan uzak, ulvi atmosferin Maleviç'e ve suprematizme atıfta bulunduğu verdiği çok açık...
Aronofsky’nin Anne! filminin alegorik-sembolik tamamlayıcı kanalı, bir noktada öndeki dünyalı hikayeyi ve dolayısıyla gerçekliğin zarını yırtmış, filmi tek başına bitirmişti. Üç Tepe’de gerçeklik zarı tamamen yırtılmasa da, bir noktadan sonra gerilerek oldukça saydam bir hale geliyor. Zabeil, izleyicisinin dikkatini tamamlayıcı sembolik-alegorik ve sinematik dilin baskın olduğu kanalına odaklamak için anlatısını rasyonalizmin, hatta doğa kurallarının hükmünden uzaklaştırıyor: Ancak rüyalarda, mitolojik hikayelerde ya da süper-kahraman filmlerinde rastlanabilecek ortamlar kuruluyor; karakterler -filmin tonunu bozmandan, abartmadan- insanüstü özellikler kazanıyor (örnek; hipotermiden muaflaşıveriyorlar)… Bu noktadan sonra gerçeküstüne meyleden anlatım, izleyiciye alıcılarını hangi kanala çevirmesi gerektiğini gösteren bir sinyal aslında…
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Notlar nümerik değil, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi!
Bonus: