Yüz – Twarz – Mug (2018)
Yönetmen: Malgorzata Szumowska
Yıldızlar: Mateusz Kosciukiewicz, Agnieszka Podsiadlik,Malgorzata Gorol
Ödüller: Berlin F.F. – Gümüş Ayı Ödülü
Bence: 37. İstanbul Film Festivaline yönetmenlik ve görüntü yönetmenlikleri üzerinden bakıldığında; Yüz pırıl pırıl parlıyor. Yönetmen Szumowska ve görüntü yönetmeni Englert’in sahne sahne tercihleri, senaryonun dayattığı tempo içinde yakaladıkları ritm ve filmin bugünün dertleriyle tebelleş olarak izleyiciye dokunabiliyor olması Yüz’ü bence başarılı geçen festivalin ilk 5 filmi arasına almamı sağladı. Yüz, pek çok disiplinden ustalara dokuyor; kimine selam veriyor, kimini harcına katıyor: Saldırdığı sosyal tıkanıklıklar ile Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev’i, teknik açıdan gözün gördüğüne öykünmesi ile Fransız ressam Paul Cezanne’ı, felsefi iskeleti ile bedenle değil beden olarak tecrübe ettiğimizi söyleyen Spinoza’yı hatırlatıyor...
Filmin akacağı hikaye yatağı şu: Swiebozdin* isimli Polonya kasabasında, sevdiği kadınla evlilik arifesindeki, uzanılabilir hayalleri ve hayattaki duruşuyla kazananlardan olan bir genç adam kasabanın el birliğiyle yaptığı dünyanın en yüksek İsa heykelinin inşaatına yardım ederken düşüp yüzünden yaralanıyor ve ülkenin ilk yüz nakil ameliyatını oluyor… Şahane bir serimden/girişten sonra, yönetmenlik ve görüntü yönetimi film boyu güçlü kalmasına rağmen Yüz, senaryosunun diğer becerilerinin seviyesine çıkamaması ile yükselmeyi bırakıp, bir platoya ulaşıyor. Girişi gelişmeye bağlayan kazadan sonra hikayenin her adımı beklendik bir yol çizmeye başlıyor… Szumowska-Englert, bir de daha güçlü bir senaryo ile, yüzü daha eskimemiş bir hikaye vasıtasıyla yine bugünün dertlerini anlattığı bir film yapsın çok istiyorum. (*Not: Swiebozdin bugün dünyanın en yüksek İsa heykeline ev sahipliği yapıyor.)
Szumowska üzerindeki Zvyagintsev etkisi aşikar; benzer konulara kafalarını takmışlar: organize dinin zararları, bugünün (Rus vs Leh) tini, tüketim toplumu, dönüşen Rus/Leh kültürünün güç üzerinden pozisyon alan bireyler üretmesi, gelişmekte olan piyasanın yarattığı nihilizm... Öyle ki; Szumowska Yüz’de Zvyagintsev’e açık bir de selam göndermiş: Zvyagintsev, Sevgisiz-Nelyubov'unda (2017) bir karakterini önünde kocaman “Russia (Rusya)” yazan eşofmanla koşu bandında koşturur; Szumowska da bir Polonya Kara Cuma’sı kurgulamış ve içine donunda “Polska (Polonya)” yazan bir karakter koymuş.
Szumowska’nın bir ilham perisi de 1906 yılında ölen post-empresyonist ressam Paul Cezanne... Picasso’nun “hepimizin (modern ressamların) babası” dediği Cezanne iki gözümüz olduğunun, Tepegözler (Kikloplar) gibi tek gözlü olmadığımızın, farkına varan ilk ressamdı. İki gözün yarattığı derinlikten ve ancak odak çevresinde net alan yaratabildiğimizden hareketle tablolarında izleyicinin gerçek hayatta tecrübe ettiğine benzer bir etki yaratmaya çabaladı. İzleyici tecrübesini, resimlere dışarıdan bir pencereden ve tek bir mekanik gözle bakmanın ötesine taşıdı. İzleyicisine tablonun içindeymiş ve yarattığı kurguyu tecrübe ediyormuş gibi hissettirmeye çalıştı. Aşağıdaki tablosunda “Sainte-Victoire Dağı ve Büyük Çam - 1887” Cezanne’ın resimlerinde kovaladığı bu etki net olarak gözükür: Odak dışında kalan dallar ve gövde bilinçli olarak bulanıktır; odak dağdadır, izleyicinin gözlerini de/odağını da dağa taşır. Resmine bakan izleyici, gündelik hayatta alışkın olduğu bir tecrübe etme şekliyle dağa döner. Cezanne, tecrübeyi ve iki gözü tablolarında daha da ileriye götürecek ve Braque ile Picasso’nun Kübizm’ine giden yolu açacaktır.
Szumowska, Cezanne etkisini beyaz perdeye taşımış; bir yandan odak dışını netsizleştirerek kendi odağını izleyiciye dayatırken, bir yandan da filmle izleyici arasında izleyicinin tecrübelerinden hatırlayacağı bir güçlü bağ yaratmaya çalışmış. Aslında benzer bir tartışma 1960’larda da yapılmıştı, sosyalist-realist yönetmenler geniş açılı lenslerle net alan derinlikleri (her derinlikte aynı anda net görüntü) ile çalışırken, Hitchcock gibiler izleyici bakışlarını perdede kendi istedikleri yere çekmek için arka ya da ön planı netsizleştirmişlerdi. Szumowska’nın netlik oyunları bundan biraz farklı, Cezanne’ınkilere daha çok benziyor. Szumowska ön-arka plan ayırmaksızın – aynı insan gözü gibi – odak dışını netsizleştirdiği sahneler yaratıp kullanmış. Kameranın nesnelliğini, şeklen de öznel göz ile zaman zaman dağıtmış. 01saat31dakika. 37. İstanbul Film Festivali. Polonya Yapımı.
Puan:
Puanlama, 10 üzerinden yapılmıştır ve tamamen kişisel tercihlere dayanmaktadır. Notun belirlenmesi için kullanılan kriterler tamamen keyfi bir biçimde oluşturulmuş ve bu kriterlerin ağırlıklandırılmasında da benzer bir metodoloji kullanılmıştır. Notlar nümerik değil, kategoriktir.
Siz ne Düşünüyorsunuz? Filmle ilgili tartışma sayfasına ulaşmak için tıklayınız.
Çok seslilik her zaman daha iyi!