Güney Londra’nın Kafası Güzel Tilkileri Blackwater’a Karşı
1930’lar ve 40’larda geçen, post-modern kara komediler olarak sınıflandırabileceğimiz ilk iki romanı Boksör Böcek (2010) ve Işınlanma Kazası (2012) 1985 doğumlu Ned Beauman’ın en iyi genç yazarlar listelerinin çoğunda yer almasını zaten sağlamıştı. Beauman, üçüncü romanı Glow’la günümüze dönmüş ve eğlenceli arka plan tınısından vazgeçmeden bu defa komplolarla dolu bir koşuşturma ve “kim-yaptı-ne-yaptı” romanı ortaya çıkartmış.
Beauman üçüncü romanı için masasının başına ilk geçtiğinde kafasında günümüzde hala düzinelercesi aktif olan Londra’daki korsan radyo istasyonlarını ve gelişmekte olan ülkeleri sömüren şirket emperyalizmini kendine konu alacak hareketli bir gerilim romanı yazmak varmış. Beauman, bu nüveye;
- Güney Londra tilkilerini;
- Yolda yakaladığı Burmalıları kaçıran, sessiz beyaz minibüsleri;
- 25 metrekarelik çamaşırhanelerden içine uçak sığabilecek hangarlara kadar polis tarafından basılmayacak her yerde yapılan, uyuşturucunun her türlüsünün minibüslerdeki para üstleri gibi elden elde dolandığı, elektronik müzikle patlayan “Rave” partilerini;
- Gruplardaki kanaat önderlerini belirlemek ve gönüllerini kazanmak peşindeki yüz tanıma sistemli özel sektör “büyük birader” yazılımlarını;
- Her kapitalistin rüyası, işçileri 3 saatte bir, 45 dakikalık REM uykusuna sokup günde 18 saat çalıştırmanın formülünü;
- Günün belli saatlerinde açan çiçekler kullanarak, bahçelere saati gösterme özelliği bahşeden “Çiçek Saati” uygulamasını;
ve her gün arkadaşlar arası sohbetlerde rastlamadığımız daha nice ilginçliği eklemiş. Son ürüne bakınca; okunduktan sonra üzerinde konuşmaya müsait-tartışmaya açık fazlaca konu bırakan; hareketli, canlı ve enteresan bir uluslararası komplo romanı ortaya çıkmış.
Beauman, en sık rastlananı milyonda bir insanda görülen, House M.D. dizisinden fırlama tuhaf hastalıklardan mustarip başkahramanlar kullanma geleneğinden Glow’da da vazgeçmemiş, ya da Glow’da da kullanarak artık bir gelenek oluşturmuş. Önceki iki romandaki anti-kahramanların doldurduğu başrol pozisyonuna bu defa 22 yaşındaki sempatik Raf’ı oturtan Beauman, Raf’ı “uyku-uyanıklık ritim bozukluğu” hastası olarak kurgulamış: Normal bir insan dünyanın dönüşüyle senkronize olarak melatonin salgılayıp ve aşağı yukarı aynı saatlerde uyur – günü 24 saattir. Raf’ın bir günü ise 25 saat, yani her gün hayatını bir saat kaydırmak zorunda kalıyor- bu rahatsızlık, haliyle, eğitim hayatı ve düzenli bir iş için ve hatta romantik ilişkiler için en uygun koşulları sağlamıyor.
Hikayeye şöyle bir bakalım: Raf Londra’daki bir korsan radyonun vericisini koruyan köpek Rose'un bakımını üstlenir ve bir süre sonra bu işi ona veren patronu kaçırılır. Ekürisi Isaac ile patronun peşine düştüklerinde, kendilerini 20 milyar dolarlık Ekstazi pazarına göz diken, Burma’dan Londra’ya tilkiler üzerinden sıçramış bir Golyat ile Musa kavgasının içinde bulurlar. Burmalı madencileri uyanık tutmaya yarayan glo isimli çiçekten elde edilen Glow isimli yeni uyaran Ekstazi'nin yakında yerini alacaktır.
Lacebark isimli dev bir uluslararası madencilik şirketi, Glow’u iflastan son kurtuluş çaresi olarak görmektedir. Eski bir madencilik Şirketi olan 3M’in (Minnesota Mining and Manufacturing – Minesota Madencilik ve İmalat) Post-it ve Scotch-Brite ile yaptığı sektör değiştirme hamlesini Lacebark, Glow ile yapmak için tüm kaynaklarıyla Glow yapımındaki gizemli aşamayı bilen tek Burmalıyı aramaktadır. Lacebark'ın merhametsizliği, silahlı gücünü kullanmaktan çekinmeyişi ve beyaz adam olarak tepeden bakan tavrı, kaçınılmaz olarak Burma madenlerindeki işçilerine ve faaliyet gösterdiği bölge halkına eziyete dönüşmüş ve sonunda bir direniş hareketinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bir anda kendini bu kavganın ortasında bulan Raf, Rave partilerinden ve köpek gezdirmekten boşta kalan zamanlarında patronun kaybolması konusunu çomaklarken, bir yarı-Burmalı kıza aşık olur - tabii ki hiç bir şey tesadüf değildir.
Glow’un arka fonundaki eğlence tınısı kitap boyu hissediliyor; realite biraz çamaşır suyuna basılmış-temizlenmiş. Gerçekliğin terazinin karanlık kefesinden Beauman ağırlık alıyor ve hikaye hep daha hoş kokulu tarafa meylediyor. Esas oğlanla esas kız asla ter kokamazmış; kimse acı çekerek ölemezmiş gibi bir havası var kitabın: Biri ölecekse bile kurşun değdiği anda ruhunu teslim edecekmiş gibi, bazen bilgisayar oyunlarını çağrıştıran bir havası var.
Başkahraman Raf'ın rahatsızlığı sebebiyle dünyayla senkronizasyonunu kaybetmesi; uyarıcı kimsallarla fişteklenen hipotalamus ve epifiz bezleri; ve sonunda maden işçilerini insafsızca, kuruyana kadar çalıştırıp günün saati kavramlarını kaybetmelerinin sağlayan maden şirketleri... Şirket emperyalizmine, zaman-vücut saatleri-uyuşturucular üzerinden uzanıyor Beauman. Bitkilerin çiçek açıp kapama vakitlerine göre günün saatini belirlemeye yarayan bir bahçe düzenlemesi yöntemi olan Çiçek Saati de yine bu emperyalizm/kapitalizm eleştirisine uzanan kolun bir parçası.
Beauman’ın, bu kadar konunun bir arada yürüdüğü dolambaçlı kurguyla oynarkenki rahatlığı okuyucuyu da rahatlatıyor. Hayal gücüne, ilginçlikler bankasına ve seçtiklerinden yaptığı dizgiye, imgelemine ve bunları hikayeye taşırken kullandığı araçlarla sizi durduğu yere çekmesine diyecek bir şey yok. Kendi gördüğünü göstermekte ve hissettiğini hissettirmekte çok başarılı.
1859 yılında üşengeçliğe protesto olarak doğan, Modern Sanat’ın ebelerinden Fransız ressam Seurat (Diğer ebeler: Van Gogh, Picasso ve Gauguin / hepsinin babası da Cezanne ) boyasını fırça ile sürmez, zıt renklerin yan yana kullandığı sonsuz bir noktalar serisi ile özgün resimlerini yapardı. Renkler patlasın diye noktaları birbirine yapıştırmaz aralarında mesafe bırakırdı; bu beyaz zemin üzerindeki tekbaşınalık her noktayı güçlendirir, parlatırdı. Beauman’a bakacak olursak kitaptaki ağırlığı, rolünün önemi ve uzunluğundan bağımsız olarak her karakterin geçmişiyle, tarzıyla ve tepkileriyle çok “ilginç” olduğunu görüyoruz. Topyekun tüm kadronun ilginç olması, Beauman’ın kitabın toplam zekasına ve özgünlüğüne katkı sağlıyor, ancak bu eş-ilginçlik özellikle kritik karakterin yalnız başlarına kalıp Seurat’ın resimlerinde gördüğümüz şekilde parlayamamasına da neden olmuş. Tüm ağaçları uzun bir orman Beauman’ın karakterler ormanı… Karakterler bu kadar ilginçken karaktere biçilen roller de bir o kadar düz. Tüm kast biraz şablon kesimi gibi: Sorunlu ama özü temiz başkahraman Raf; en yakın arkadaşlığın tüm basmakalıp özelliklerini sırtında taşıyan Isaac; egzotik, güzel, güçlü, karizmatik esas oğlanın yavuklusu Cherish… Bir tek Fourpetal karakteri bu minvalde bakıldığında sürünün dışında duruyor.
Bir diğer lafını etmeden yapamayacağım şey karakterlerin birbirlerine her durumda canları pahasına yardımları; bir durup dinlenmediler arkadaş, Macerayı Seven Adam gibi hep fırtınanın gözüne atlanmaz ki, daha iki gün olmuş tanışalı, bir tanı önce, di mi? İkincisi; herkesin, herkese tüm sırlarını koşa koşa yetiştirme hevesi, yan yana duran iki kişi olduğu anda eteklerde ne taş varsa dökülüyor.
Kitaptan, Beauman’ın 20’li yaşlara vedası ile ilgili boyutları kırparsak, kitabın şirket militarizmi ve emperyalizmi boyutu daha da açık gözüküyor. Burma’daki madenler üzerinden emperyalist dev şirketlerin silahlanması ve gelişmekte olan ülkelerdeki insanlık suçlarına göndermeler çokça var. Ancak, kitabın genel steril ve müstehzi tonu, bu göndermelerin açık bir protestodan ziyade anca laf sokuşturma seviyesinde kalmasına neden olmuş.
Kitabın başlangıç noktası olarak aldığı ve sıkan ayakkabısı denilebilecek şirket emperyalizmi, kitapta hep “öbür” taraf olarak taşlanıyor. Şeytani Lacebark Madencilik; Irak ve Afganistan’dan hatırlayacağınız Blackwater – Amerikan Sivil (!) Güvenlik - (Yeni adı Academi) Şirketinin hizmetlerinin benzeri için şirket içi bir bölüm kurmuştur. Lacebark’ın dişi tırnağı bu bölümdür.
Beauman’ın üslubunun direkt olduğuna ve okuyucuyu yormadığına şüphe yok, ancak bu duru yazım tarzı tercihi kitabın edebi değerini düşürmek pahasına yapılmamış. Glow, elinde kalem, çizerek okumayı seven okurlar için de iyi mahsül veriyor.
Beauman, Glow Türkçe okuyan okura sunulmadan hemen önce, Yazarlar Buluşuyor etkinliği kapsamında British Council’ın davetlisi olarak önce Ankara’da Hakan Günday ve okurlarla bir araya geldi, sonra Pera Müzesi-İstanbul’da Elif Bereketli ile beraber bir kez daha okurlarla buluştu.
Palahniuk kitaplarında sıkılıkla rastladığımız kendi sonunu kendi bilmez tavır Glow’da yok; Beauman’ın ta baştan beri farkında olduğu gerçeğin üzerindeki tülbenti ucundan açıp kapaması var. Bu da iki yazarın kitaplarındaki kırılmalar ve kırılmalara yaklaşılırkenki tutumları arasındaki farkın temel nedeni. Palahniuk’ta beklemediğiniz yerden gelip, patlama şeklinde olan süprizler/dönüşümler; Beauman’ın romanlarında kırılmadan çok geniş virajlara benziyor. Açıkçası Beauman’ın röportajlarında çok önem verdiğini söylediği kırılmaların hiçbirinde kutudan fırlayan palyaço etkisi yok. Beauman belki de bunun farkında olduğundan kitaptaki patika değişimlerini kuantum atlaması ya da patlama şeklinde kurgulamamış, tarzına daha uygun olan belli belirsiz dönüşlerle hikayeye yön değiştirtmiş; okuyucunun bir anda ayacağı “Aa dönüyoruz galiba?” hissinin yeteceğini ummuş. Ancak Beauman’ın üslubun yarattığı hız gözden kaçırılmamalı; bu süratte köşeleri biraz geniş almaya kitabın bir hıçkırığı diye bakmaktansa, işin/üslubunun doğası olarak görmek daha doğru olabilir.
Kimlere Uygun:
- Yepyeni, taptaze, zamanın ruhunu taşıyan bir roman arayanlara
- Her sayfada yeni bir şey bulmaktan keyif alacaklara
- Bir çok konunun eş-anlı işlendiği hikayelerle arası olanlara
- İngiliz mizahını, Amerikan komedisine tercih edenlere
- İlginç gerçekler listelerinin yapı tuğlası olarak kullanılmasını sevenlere
- Çabuk sıkılanlara
- Gerçeklikten biraz alıp, hikayenin temizlenmesine göz yumabileceklere
Kimlere Uygun Değil:
- Ultra-Realistlere
- Komplolardan sıkılanlara
- Olay örgüsünün karakterlerin önüne geçmesinden hoşlanmayacaklara
- Orta Avrupa tarzı psikolojik çözümlemelerin, edebi betimlemelerin altı kesmeyenlere
- Köşeli kırılmalar, acayip şaşırmalar isteyenlere
- Hain büyük firmalar - Yaşasın yerliler konusundan sıkılanlara
Görsel Kaynakları: The Times, Digital Resistance, 9gag, Pittsburgh Post-Gazette, Çankaya Belediyesi, Wikipedia, Wikiart