Beherinde 21 Damla Hidroklorik Asitle Primo Levi
2004’te En iyi yabancı film Oscar’ını alan Barbarların İstilası Primo Levi ve Periyodik Tablo referanslarıyla doludur. Filminin 59. dakikası. Kanserin canını almaya adım adım yaklaştığı, artık sayılı günleri kalan Rémy (Rémy Girard) yatağında öfkeden köpürür:
"XII. Pius yaldızlı Vatikan’ında kıçının üzerinde otururken, Primo Levi Auschwitz’e götürüldü… Bu alçakça! İğrenç!"
Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesini beklemiş gibi 1919’da doğan İtalyan kimyager ve yazar Primo Levi, ikinci harpte o kadar şanslı olmayacaktı: Bir Yahudi olan Levi partizanlara katıldı ve Naziler tarafından yakalandı. Auschwitz’e gönderilen 640 İtalyan’dan biriydi. Naziler, kimyager Levi’yi sentetik lastik fabrikasında çalıştırdılar ve bu sayede hayatı kurtuldu; 11 korkunç ay sonra Kızıl Ordu geldiğinde, ölüm makinesinin midesinden sağ çıkmayı başaran 20 İtalyan arasındaydı. 30’lar ve erken 40’ların faşist İtalya’sında yaşadıklarının üzerine, sefalet ve aşağılanmayla dolu toplama kampı tecrübesi ve tanıklık ettiği trajedi onu yazmaya itti.
2. Dünya Savaşı öncesi İtalyasında ve aşağılık toplama kamplarında faşizmin zehir saçan salyalı dişlerini en yakından görenlerden olan Levi’nin söyleyecek çok sözü vardı; buna derinliğini, yumuşak ve sevecen tonunu, kimyayla olan özel ilişkisini ve üstün edebi melekelerini kattığında özgün edebi üslubu oluştu.
"Barbarların İstilası" yine 59. dakika. Ölümüne yaklaşırken hayatını sorgulayan Rémy yine aynı hastane odasında, bu kez tekerlekli sandalyesinde serumunun kordonuyla kavga etmektedir.
Rémy: Keşke en azından yazsaydım.
Natalie: Hiçbir şey yazdınız mı?
Rémy: Orda burada birkaç makale. Önemli bir şey yok.
Natalie: Neyi yazmış olmayı dilerdiniz?
Rémy: Gulag Archipelago. Periyodik Tablo.
Periyodik Tablo, bir çırpıda okunduktan sonra her kütüphanede kendine farklı yer bulacak bir eser: Bazılarımız otobiyografilerin yanına koyacağız, bazılarımız en sevdiğimiz hikaye kitaplarının yanını uygun göreceğiz; bazılarımız bilim kitaplarının durduğu rafı tercih edecekken, bazılarımız tarih kitaplarına komşu yapacağız. Levi’nin kaleminin kuvveti de buradan geliyor zaten; farklı perspektifleri eşanlı kullanarak ahtapot gibi okuyucu sarıyor, hepsi birbirinden güçlü kolların sinerjisiyle kendisini büyük yazarlar sınıfına atıyor. Periyodik Tablo bir yandan Büyük Britanya Kraliyet Enstitüsü tarafından gelmiş geçmiş en iyi bilim kitabı payesini alırken, aynı zamanda en iyi biyografi kitapları sıralamalarında her zaman ilk ona giriyor. Bu onurlar yetmezmiş gibi, kitap kaçırılmayacak tasvirler ve betimlemelerle dolu metaforik bir hikaye kitabı olarak büyük saygı görüyor. Levi’nin üslubu bir yandan hayranlık uyandırırken, diğer yandan aranızdaki mesafeyi kaldıracak öyle bir samimiyet kuruyor ki; ben Levi’ye komşu olarak Bradbury’li, Çehov’lu, Borges’li, Poe’lu en iyi hikaye kitapları rafımı seçtim.
21 hikayeden oluşan Periyodik Tablo, Levi’nin kimyagerliği; faşizmin bedenine ve ruhuna yükledikleri ve Yahudi kimliği (ironiktir ki kendisi bir ateistti) üzerinde yükseliyor. Oyun alanını, kimya derslerinden hatırlayacağınız Mendeleyev’in devrimci buluşu periyodik tablosunun 21 elementinden oluşturmuş, kendi hayatını da zaman çizelgesi olarak yanına oturtmuş. Tablonun kutucuklarını da tecrübeleri ve enfes hikaye yazma becerisiyle tarayarak doldurmuş. Levi’nin her bölümün başrolünü bir elemente adaya adaya, yazar Levi’nin dilinden bir bilim adamından yazara dönüşüşüne de tanıklık ediyoruz. Bu 21 elementin her birinin, Levi’nin hayatında önemli kırılmalarda etkili olmuş olması, bu diziyi gerçeklerle öpüştürerek kitabın okuyucu üzerindeki sarsıcılığını arttırıyor.
Levi’nin üslubunda en öne çıkan karakter nesnellik. Bunun yanında anlatım her daim çok yönlü, çok boyutlu, objektif, adil ve soğukkanlı. Levi başına gelen onca şeye rağmen asla fevrileşmiyor; aklın devrede olduğu ikinci tepkiyi birinciden hep daha önce veriyor. Yaşadığı onca zulme rağmen ne tonuna öfke zerresi konduruyor, ne de hikayeleri karanlık. Hiçbir satırda düşmanlık ve nefretin tadını almıyorsunuz. İnsan, Levi’nin dinginliğine baktıkça kendisinin bugüne kadar kin tuttuğu ufak olaylara, popüler tabirle, hayret ediyor!
Kitapta hayal kırıklığı, pişmanlık, umut, neşe, nefret, coşku gibi yüksek duygulara pek rastlanmıyor. 22 hikaye boyunca nadiren tutkuya dair bir şeyler yakalayabildiğiniz tek konu kimya. Yazdığı onca şeyin mayasında aşk ve sevgiye dair bir şeyler yakalayabilmek için işlerini birkaç kere damıtmak gerekiyor. Sahneleri renklendirmek daha çok okuyucuya bırakılmış. Nesnelliğin bu kadar önde durduğu bir anlatımın sonunda yün battaniye sıcaklığında olması ve Levi’nin yaşadıklarına sizi dokunulmaz bir ziyaretçi olarak sokma becerisi belki de Levi’nin en büyük başarısı.
Levi’yi, tek üyesinin Levi olacağı bir çeşit neo-realist edebi akıma dahil etmek belki de en doğrusudur. Levi, ruha karşı maddenin yılmaz savunucusuydu: 68 ruhu, faşizmin ruhu, kolej takımı ruhu vs vs. tüm “ruh”lar net olmayan kavramlar; sınırları ve kapsamları tam bir kesinlikle belli değil. Özneller ve içseller. Bu halleriyle sorgulanmaları, gerektiğinde itham ve mahkum edilmeleri güç. Ele avuca sığmaz halleriyle sömürüye çok açıklar, özellikle de iktidarın sömürüsüne. Levi sorgulanabilir, dönüştürülebilir, mantığa dayanan maddeyi ruhun önüne koyuyor. En derin kavramları anlatırken bile temelde maddeden yola çıkıyor. Bu haliyle madde hayatının kabusu faşizmin de panzehiri. O yüzden Levi için oyun alanı hemen her zaman madde.
Nesnelliğinden sonra, betimlemelerin kuvveti kitabın bir başka karakteristik özelliği olarak öne çıkıyor. Özellikle karakter betimlemeleri tepe çentik kalitesinde: Sadece Demir bölümündeki Sandro’yu anlattığı birkaç paragraf bile kitabı okunmaya değer kılıyor. Betimlemeleri ile ilgili en önemli imzası her birinin içsel bir dinamizminin olması; Levi zamanı durdurma ihtiyacı hiç hissetmiyor. Hikaye akarken aynı zamanda şahane betimlemelerle kendinizi hikayenin içindeki Lager’de (toplama kampında) bulmanız, karakterleri anneleri kadar tanımanız mümkün. Bakalım siz de benim duyduğum netlikte duyabilecek misiniz Levi’nin Fliegeralarm’ını (uçak alarmı):
Periyodik Tablo’da lüzumsuz tek kelime bile bulamayacaksınız, beherine dikkatle tam 21 damla hidroklorik asit koyan kimyager hassasiyetini kitap boyu hissedeceksiniz. Levi, bu kitabında da duru ve net meşrebini, az sözle çok şey anlatan bir kesinlik üstadı olduğunu ortaya koyuyor. Ünlü akıcılığını da bu sayede yakalamış. Tek odada geçen bölümler bile bir tren kovalamacası kadar akıcı.
Kimyagerliğin verdiği analitikliği, inançlarının (ya da inançsızlıklarının) hediyesi nesnelliği, doğuştan gelen yaratıcılığı ve yaşadıklarının biriktirdiği kara kurumun beraberce yarattığı sinerji Levi’nin edebi gücünü ve akıcılığını besliyor. Yaratıcılığı kavramlar arası zıplama becerisi olarak tanımlarsak; o zaman bağlanan kavramlar arası mesafe ne kadar fazlaysa, ortaya konan yaratıcılık o kadar fazla olmalı. Çinko hikayesinde bu zıplamalara en açık şekilde şahit oluyoruz:
21 hikaye içerisinde kitabın ruhundan uzakta duran dört tanesi öne çıkıyor: Bunlar Argon, Kurşun, Cıva ve Karbon. Karbon, varoluşumuza vesile olan temel elemente bir güzelleme olarak yazılmış. Argon, kitabın diğer hiçbir bölümde hissedilmeyen didaktiklik ve durağanlıkla biraz dışarıda duruyor ve Levi atalarını, içinde büyüdüğü alt-kültürü kitabın başında okura tanıtıyor. Kurşun ile Cıva ise Auschwitz’le yaralanmadığı gençlik döneminde yazdığı hikayelerden oluşuyor; bu iki hikayedeki Levi’nin ruhu trajediyle yıkanmasa nasıl bir yazar olabileceğine dair ipuçları, kaçacak gibi değil. İçlerinde umut gibi post-Auschwitz hikayelerinde rastlamadığımız farklı duygulara rastlamak mümkün. Taze bir yazarın tomurcuk halini gösteriyor, hayal kurduruyorlar. Bu dört bölüm, bilgisayar oyunlarının ana hikayelerinin dışında duran mini-oyunlar gibi.
Auschwitz-zede Levi’ye dönecek olursak: “Almanlar emirleri sorgulamazlar” diyor; aslında genetik bir Alman özelliği değil hedefindeki, Nazi kültürü. Ve o dönemdekilerle aynı DNA’ları taşıdığımıza göre içimizde bu potansiyeli barındırdığımız ve çerçeveyi yine bozarsak tekrarlanmaması için bir sebep olmadığı gerçeği önümüzde. Levi’yi yazmaya ve hikayesini anlatmaya iten temel dürtü de bu gerçekten besleniyor zaten. Bence bugün de Levi’nin uyarılarına kulak vermekte fayda var. Faşizm konusundan bize Primo Levi’den daha iyi ders verecek kimse yok: Levi’den hızlandırılmış faşizm dersleri:
Kimlere Uygun:
- Geçmişten gelen ama yepyeni bir ses duymak isteyenlere
- Hem tüm yaklaşımlarında nesnel olup hem nasıl iç ısıtılır deneyimlemek isteyenlere
- Bir kitabın 5 farklı türe birden nasıl girebildiğini merak edenlere
- Faşizmin istatistiğe çevirdiği felaketi, sanki kendi başına da gelmemiş gibi anlatacak bir edebiyat dehasının elinden tutmak isteyenlere
- 2. Dünya Savaşı ile ilgilenip, yaşananların insani boyutuna bir pencere açmak isteyen tarih okurlarına
Kimlere Uygun Değil:
- Biyografilerde nesnellik yerine, duyguların masaya yayılmasını isteyenlere
- "Kimya mimya, uğraştırmayın beni ortaokul kabuslarıyla" diyen Türkçe-Sosyalci okura
- Toptancı teorik yaklaşımları benimseyip, bireysel deneyimlerden uzak kalmak isteyen; kurgu da sevmez okurlara.
Yukarıdaki yazı VatanKitap Dergisi'nin Nisan 2014 sayısında yayımlanan yazımın güncellenmiş sürümüdür. Orijinal yazıya ulaşmak için buraya tıklayın.
Görsel Kaynakları: Fashion Beyond Fashion - Larry Rivers, Business Insider, Theodore Gray, German History Docs, Wikipedia, Wikiart