İskoçya’da Tek Kişilik Vahşi Kült: Çocuk Kaldığına İnandırılmanın Gaddarlığı
Eşekarısı Fabrikası, uzak ve kopuk bir İskoç adasında babasıyla yaşayan 16 yaşındaki Frank’in hikayesini anlatıyor. Kötürüm olmuş, eski hippi, biyokimyagerliğe bulaşmış babasının tuhaf tornasından geçmiş antisosyal Frank ana karaya bir köprüyle bağlı olan adayı sadece iki haftada bir cüce arkadaşıyla kafayı çekmek için terk ediyor. Çünkü Frank adada güçlü, adada herkesten daha iyi ve daha kuvvetli.
Adanın efendisi olarak, Frank zamanını kendi yarattığı yarı-dini ritüellerle adadaki hayvanlara işkence ederek ve adayı olmayan düşmanlara karşı koruyarak geçiriyor. Tebaasız ve teokratik yönetiminde kasaba çöplüğünde bulduğu dev saat kadranından yaptığı icadı Eşekarısı Fabrikası'nın kehanetlerine göre geleceğe bakıyor ve kararlar alıyor. Antikahraman Frank’in dilinden okura seslenen roman bu sahnenin altına yığılmış felsefi, politik, sosyal, pedagojik dertleriyle sert olduğu kadar da çok yüzlü de. Esnemez ve grotesk harcıyla, sakınmaz hali ve tabu tanımaz özellikleriyle bir modern gotik olarak sınıflanabilecek Eşekarısı Fabrikası Iain Banks’in 1984 yılında yayımladığı ilk romanı.
Hikayeyi gerçekçi, duygusuz ve soğukkanlı bir tavırla anlatan Frank’tan dinliyoruz: Kırılan sapanının intikamı için onlarca tavşanı bombalarla patlatıp, yakıp, parçalarkenki tonu ile babasının yaptığı sebze çorbasını höpürdeterek içerken ki tonu arasında çok da fark yok. Frank hayatını ve kendi sapkın ve ritüelistik rutinlerine bağlı günlerini anlatırken hikayedeki üç karakterin -Frank, akıl hastanesinden kaçan ağabeyi Eric ve babası- tamamının hayatlarının dibine kadar nasıl boka batmış olduklarını görüyoruz. Frank bugünü anlamamız için yavaş yavaş geçmişe dönüyor ve hayatlarındaki köşe başı olayları yeri geldiğince anlatmaya başlıyor. Frank’i ve çarpıklığını anlama yolunda yap-bozun ilk parçası küçücükken bulldog cinsi köpekleri Saul’ün dişlerine penisini kaptırması ve hadım olması hikayesi.
Okuyucuların çoğu Frank ile kolay kolay bağ kuramayacak. Martıların, farelerin ve sincapların kafasını kopartıp çubuklara takıp totemler yapan, ölü hayvan kafataslarından içkiler içen, tavşanları canlı canlı kavuran Frank çoğu konuda kendince bir mantık silsilesi içerisinde davranmasına rağmen hemen her zaman başlangıç noktası yanlış olduğu için sonunda vardığı yerler okurda tiksinti yaratabilir. Hele ki daha kendisi 10 yaşına bile gelmeden ikisi kuzeni, biri yarı kardeşi toplam 3 minik çocuğu katletme hikayelerini, tek tek, yavaş yavaş en ince detayına kadar anlattığında hayatınıza girmiş en korkunç karakterlerden birine dönüşeceğini bekleyebilirsiniz.
Iain Banks aramızdan 2013 yılında safra kesesi kanseri sebebiyle ayrıldı. Doktorundan çok ömrünün kalmadığı haberini alır almaz önce kız arkadaşına onun dulu olmak isteyip istemeyeceğini sordu, hemen üstüne de son romanını bitirmek üzere kanserle bir yarışa girişti. Eşekarısı Fabrikası bu olanlanlardan yaklaşık 30 sene önce basılan ilk romanı. Aslında Banks bilim kurgu yazarı olmak istiyordu ama o kadar çok yayınevinden ret yedi ki tuğlalardan kalın bilim kurgu romanlarını bir kenara bırakıp ”yenilgiyi kabul etmek” ve bir minyatür (250 sayfa) yaratmayı kabullenmek durumunda kaldı. Ama Banks yazım aşamasında kendisini rahatlatan bir ara çözüm buldu; Frank’in yaşadığı ada kafasında uzak bir galaksideki bir gezegendi ve Frank de bir uzaylı.
Ağabey Eric ailenin harika çocuğu olarak parladığı zamanlardan sonra, doktor olmak üzereyken bir gece nöbetinde başına gelen elim olayla korkunç bir kısır döngüye girdiğini öğreniriz. Frank'inde gerçekle tek kanalı olan Eric'in toplumla ilişkisinin sadece karşılıklı acı vermek haline geldiğini görüyoruz. O artık tehlikeli bir kaçak ve adaya doğru yaklaşıyor – yolda gördüğü tüm köpekleri yakarak ve bazılarını yiyerek. Eric’in romandaki rolünün önemi yalnızca romana kattığı vahşet dolu öğeler ve okura verdiği şoklar ile sınırlı değil, Banks’in Frank’in son canavar halinin oluşumunda Eric'e verdiği başka görevler de var. Banks'in Frank’in babasına aynı amaçla biçtiği don çok daha önemli; bunu da babanın klişe bir şekilde evde hep kilitli tuttuğu çalışma odasının kapısı sonunda açılınca ve Frank o kapıdan girince öğreniyoruz.
Kitaba adını veren Eşekarısı Fabrikası’nın yapımında Frank, İzmir kulesindeki saat boyutundaki bir saatin kadranını kullanmış. Kasaba çöplüğünde bulduğu kadranın üstünü camla kapatmış ve rakamlara denk gelen yerlere odalar yerleştirmiş. Saatin tam merkezine bırakılan her eşekarısı er ya da geç odacıklardan birine girecek ve o odanın kurgusuna göre başka başka şekillerde şekilde can verecekti (yanacak, ezilecek, Frank’in sidiği içinde boğulacak vs.). Frank’de mevtanın seçimi ve ölümü üzerinden Fabrika’nın ona verdiği mesajların kodlarını okuyacaktı. Banks’in Frank’in yaratıp tek takipçisi olduğu tuhaf dini ve bu kehanet tablası üzerinden yarattığı vahşet ile bir çeşit teizm eleştirisi yaptığına pek şüphe yok.
Cinayetlerin her birine uzun uzun bölümler ayrılmış; bu bölümler, dönemimize hükmeden çocuk kültü de göz önünde bulundurulduğunda en güçlü okurları bile zorlayacak cinsten. Yılanlar, 2. Dünya savaşından kalma bombalar, şirin çocuklar, uçurtmalar, kuzey denizinin soğuk suları, korku, ceset parçaları, taze toplanmış minik çiçek buketleri gibi beş benzemez öğe içeriyor.
Cezanne masayı düz çizemediğinden değil, yeni bir anlatım dili oluşturmak için gözüyle gördüğü masanın yamulmasına göz yumdu (ya da olması gerektiği gibi düzeltti) - bunun Caravaggio’nun mükemmel çizgilerinden milimetrik perspektifinden çok uzak olduğu aşikar. Tuvale başka bir dünyaya bakan bir pencere olarak bakmadı ve resmin içine girdi biz resimlerine bakanları da o odaya soktu: Tek resimde farklı açılardan görünümleri aynı anda kullandı ve kübizme giden yolu açtı. Banks ile ilgili pek çok eleştiriyi ben Cezanne’ın masasını eleştirmeye benzetiyorum. Eşekarısı Fabrikası’na kurgusu ile ilgili eleştiriler olsun, gerçekçi ve duygusuz anlatımıyla ilgili gelen eleştiriler olsun, karakterleri bazen karikatürleştirme iddiaları olsun, çocuklar arası diyaloglardaki ortodoks olmayan tavrına sallanan laflar olsun; hepsini biraz Cezanne’da Caravaggio aramaya bağlı olabileceği düşünüyorum. Ben tüm bunların Banks’in - o dönemki- kendi meşrebinin dayattığı teknik hamleler olma olasılığının daha yüksek olduğu kanaatindeyim.
Mizahın başka türlerin içine yedirilmesi, hikayenin içinde mizahi cepler yaratılması okuyucuyu/izleyiciyi kurguyu yaşamaktan kopartma riski taşıyan tehlikeli bir oyun:
- esas oğlan, sadist baş-düşmanı önünde sandalyeye bağlıyken, ve tasavvur edilemez türlü türlü işkenceler onu beklerken nabzı 60’ın üstüne çıkmaksızın beğendiği kız ortamdaymış gibi nemesis’ine laf sokuvermesi
- beş dakika önce en iyi arkadaşının kafası dikine elektrikli testere ile ortasından yarılmışken ve 150 yıllık bir ahşap köşkün bodrumunda yüzünde hokey maskesiyle onu arayan bir psikopat katilden saklanırken, esas oğlanın gençler eğleniyor muyuz kafasından bir şey kaybetmemesi
Bunlar çok bildik örnekler. İnandırıcılığın kaybı hikayeyi yaşamanın önüne set çekiyor. Eşekarsı Fabrika’sında Banks mizahı (kara, kapkara mizah) zaman zaman kullanmış, mesela aile geçmişi tartışılırken tüm ölüm hikayeleri kara mizaha bulanmış: Irkçı amcanın kafasına intihar eden zenci düşmüş ve öyle ölmüş; Amerika'ya taze göç eden dayı intihara karar verdikten sonra acısız yol olarak karavanında gazı açmış ve öleceği için efkarlanıp bir cigara yakmaya karar verince karavan havaya uçmuş, patlamayla fırlayan dayı içine yağmur suyu dolmuş olan yağ fıçısında debelene debelene boğularak ölmüş. Eşekarısı Fabrikası'ndaki mizah, genel dokuyla uyumlu ve romanda tadında tutulan kara mizah kitabın okurun sağını solunu çizen dikenli, ısırganotu dolu yolu üzerinde nefes alınmasını sağlayabilecek cepler olarak da görülebilir. Banks’in mizah işinde fazla büyük oynamaması, mizah kullanımıyla ilgili risklerin gerçekleşmesini engellemiş.
Frank’in kadınlara olan nefretine de ayrıca bir dokunmak gerekiyor. Son kurbanı Esmaralda'yı elinde bir avuç çiçeğiyle öldürürken tek sebebi kadınlara ayrımcılık yapmadığını kendine kanıtlamaktı. Frank o bir avuç çiçeği kızın elinden düştükten sonra alıp sakladı ve o buketten artık "Hasadım" diye bahsetmeye başladı.
Kitabın son bölümüne kadar çoğunlukla geçmişe bakan kitap, son bölümde bir anda bugüne dönüp şoke edici ve kuvvetli bir son ile bitiyor. Geçmişin taşıdığı pek çok soru da tek bir cümleyle cevaplanabilir hale geliyor- Banks bir nevi Gorionun düğümü kesiveriyor. Kitabın sonundaki kırılmaya her şey olup bittikten sonra bakınca yakalanmayacak bir şey sürpriz değilmiş gibi duruyor ama ben bu çarpışmanın geleceğini önceden hiç sezememiştim. Bu son, kitabın genel havasına göre biraz edepli bile sayılabilir, son sürpriz kırılma kitaba Bruce Willis’in ölü olması benzeri bir değer katmış.
Eşekarısı Fabrikası sert, soğuk, her umut ışığını özüne işlemiş şerle boğan, okuması zor ve asap bozan bir roman. Tepesinde dönen onca Mordor-vari buluta ve içine sinen kötülüğe, kandırmacalara, adaletsizliklere rağmen tek gayesi okuru terörize etmek, şok yaratmak olan korku veya nefret serilerinden oldukça farklı. Kitabın ruhunda peşinden koştuğu, anlatmaya çalıştığı felsefi savlar var, kitabın bir politik duruşu, ölümüne savunduğu düşünsel cepheler var. Banks’in alt yazılara inince görülen, kalın harflerle işlenmiş fikri makaleleri sunma biçimi alışıldık biçimlere benzemediğinden Eşekarısı Fabrikası övgülerin de ( 20.yy’ın en iyi 100 romanı – the Independent), yergilerin de ( eşine rastlanmaz br ahlaksızlık örneği – the Irish Times) en kuvvetlilerini duymuş bir kitap. Dikkatle yanaşılması, dikkatle taşınması gerek.
Kimlere Uygun:
- Sertliğin ve vahşetin bir fikir aktarma kanalı olarak kullanılmasına açık olanlara
- “Bu çok grafikmiş, filmi çıksın ben onu izlerim yea” diyenlere (Bu kitabı filmini yapacak baba yiğit daha doğdu mu emin değilim.)
- Başka dünyalardan, başka kültürlerdeneserlerle bağ kurabilenlere
- Yazarların kullandığı araçları, taktiksel ve stratejik kararlarını anlamaya zaman ayırmak isteyen ve bunları yakaladığında mutlu olan okurlara
- The Game, Dövüş Klübü benzeri her şeyin ters yüz oluverdiği sürpriz sonları sevenlere
- Sıradışı şeylere, saçma demek yerine ilginç demeyi seçenlere.
- Kendi gücünü aslında bilim-kurguda gören bir yazarın bilim-kurgu yazmamaya çalışırken çıkarttığı tuhaflıklardan keyif alabileceğini düşünenlere
- Yazar yepyeni oyunlar denerken, kitabın bir iki yerinde tam pişmemiş kalan yerlerden çok rahatsız olmayacaklara
Kimlere Uygun Değil:
- Midesi hassaslara
- Zaman zaman bazı sert filmlerden sonra “Aaa, niye izlettin? Çok vahşi, gece benim şimdi uykum kaçar.” diyenlere
- Sadistlerin seslerini çok uzaktan bile duymaktan rahatsız olanlara
- Monologlardan sıkılanlara
- Steril kitaplarla rahat edenlere
- Çocuklara ve/veya hayvanlara şiddete – hikayenin kurgu olduğunu bilseler bile - dayanamayanlara.
- Saçmalıklarla işi olmayan realistlere
- Klişelere çok hassas olanlara- babanın kale gibi koruduğu ve hep kilitli çalışma odası gerçek bir klişe
Görsel Kaynakları: Amazon, Boston Calender, Wired, Arthistory, Emma Codner, Hypenapunga, Kuru93,