Wilson’ın Gerçeküstü Treninde Dertsiz, Biraz Paranoyak, Çokça Tuhaf bir Seyahat
Kevin Wilson’ı aslında Fang Ailesi isimli romanından tanıyoruz. Wilson’ın memleketi ABD’de ilk yayımlandığı 2011 yılında, yılın en iyi kitapları listesinin pek çoğunda kendine yer bulan çıkış romanı Fang Ailesi, Wilson’ın yaratıcılığını, özgün çerçevelerini ve parlak mizahını göz önüne sermiş ve tuhaf olduğu kadar dokunaklı hikayesiyle Türkçe okuyan okura Kevin Wilson’ı tanıtmıştı. Bugünün esas oğlanı/şişman kadını, Wilson’ın 2009’da yayınladığı ancak Türkçe’ye yeni çevrilip (yine) Domingo Yayınevi'nden çıkan hikaye kitabı Dünyanın Merkezine Tünel Kazmak.
Wilson’ın hem karanlık bir yanı, hem mizahi bir tadı olan 11 hikayesini toplayan Dünyanın Merkezine Tünel Kazmak, akıllı edebi buluşları ve zeki tuhaflıkları bir araya getiren özgün çatılara sahip. Wilson; aşk, aile ve yalnızlık üzerine yazdığı hikayelerini gerçeküstü çerçevelere oturtmayı tercih ediyor ve farklı şablonlar denemeyi seviyor – bir hikayesinde okuru karakter olarak kullanmış; hikayede siz yeni doğum yapmış karısını kızıl bir orkestra şefiyle aldatan babanın zoraki suç ortağı ve en yakın yakın arkadaşısınız. Hikayeler öyle taze, esnek ve şahbaz ki, Wilson herhangi bir hikayesinin başına oturduğunda hikayeyi kısa sürede bir bakır tel gibi kolayca bükebilir ve başka bir yere taşıyabilir hissiyatı veriyorlar.
Kitabın ilk hikayesi, başkarakteri dikkatle çalışılmış bir rent-a-büyükanne hikayesi: “büyük ikame”. Hikaye, aileler için kiralık dede ve büyükanne servisi sunan bir şirkette çalışan (evet, torun-torba büyükannesiz/dedesiz büyümesin diye uydurulmuş bir servis bu) 56 yaşındaki başkahramanımızın, henüz hayatta olan birinin yerine geçeceğini öğrenmesiyle yaşadığı kafa karışıklığı ve çatışmasından besleniyor. Asıl uzmanlığı yalnız başına aktif yaşam sürdüren büyükanne tipi sunmak olan başkahraman, servis verdiği "aileleri"nin hepsini “severken”; bağlanma korkusu ( ıssız adam sendromu) ile kendisinin bile bazen fark edemediği, bazen fark edip hemen arkasını döndüğü yeni isteklerinin karşı karşıya gelmesi ile hikaye boyut ve vites arttırıyor. Zenginleşen ve en derinde aileyi ve aile içi bağları sorgulayan bu hikaye ile okur, Wilson’ın tuhaf çerçeveleri ile tanışmaya ve aile, aşk ve yalnızlık konularını odağa alan sorgulamalarına maruz kalmaya başlıyor.
Daha ilk hikayesinden Wilson’ın karakterlerine çok zaman harcadığı ve onlarla bağ kurduğunu anlamak zor değil. Zaten kendisi de tüm karakterlerin kendisinin örtülü versiyonları olduğunu ve her birini son derece büyülü bulduğunu söylüyor. Tam takım dişleriyle doğup bezelye püresi ve süte yatırılmış cicibebe bisküvi yeme yaşında hapur hupur Big Mac yiyen bir bebek; en popülerler arasında olmak için her şeye sahip olup ancak hiçbir sosyal bağ kuramayan bir ponpon kız; kariyerleri üzerine düşünmekten kaçmak için tüm kasabanın altını köstebek gibi tünellerle işleyen yeni mezun üniversiteliler ve dahası… Wilson karakterlerini özene bezene yaratırken içlerine birer delik açıp, hikayelerini bu deliklerin geleceklerine dayandırıyor.
Hikayeler çoğunlukla bir zirveye ulaşmıyor. Başı sonu olmayan bir mozaik kekin dilimleri gibi; bir anda başlayıp yine tam çözüme ulaşmadan bir anda bitiyorlar. Wilson karakterlerinde kendi açtığı deliklerle uğraşırken, hikayedeki tuhaflıklarla dolu kurgunun içine de merak unsuru katacak bir bilinmezlik bırakıyor. Hikayeyi katlayıp bağlarken önceden yarattığı soru işaretlerini gidermeye, düğümleri çözmeye tenezzül etmiyor. Hikaye bittikten ve hikayenin hengamesi dağıldıktan sonra da merak ettirdiği şeylerin anlamsızlığıyla okuru utandırıyor.
Kitabın son hikayesi, “en kötü senaryo” kitabın en güçlü hikayesi; hikayenin kahramanı küçük bir üniversitenin “Felaket Bölümü” mezunu, her durum için olası en kötü senaryoları belirleyen bir danışmanlık şirketinde çalışan bir saha araştırmacısı. Araştırmacı ajan mesleki deformasyon sonucu özel hayatında bocalarken - kelleşmesinin onu nasıl yalnız bırakacağı ile ilgili senaryolar kurup bunlar üzerinden ilişkisini boğarken - işinde de çevresine Noel Baba gibi neşe saçmaya devam ediyor - Bebeği ile ilgili bir çalışma isteyen anneye olası bir senaryoyu böyle aktarıyor: “Bilgisayar animasyonlu modellerle senaryoları teker teker anlatıyorum. Birinde anne mutfak zeminine cam bir reçel kavanozu düşürüyor. Süpürgesiyle tüm camları toplayamıyor ve dört gün sonra bebeği emeklerken elini kırık parçalardan birine bastırarak kesiyor. Kesiği kangrene dönüşüyor ve bebeğin kolunun kesilmesi gerekiyor.”
Peki neden “en kötü senaryo” Dünyanın Merkezine Kuyu Kazmak’ın en iyi hikayesi? Neden herhangi biri değil de bu hikayenin filmi çekilmiş ve ödüller almış? Burada Primo Levi’den destek alacağım:
Levi’nin sözleri sert ama içinde bir değer barındırıyor. Yazarın sıkan bir ayakkabısının olması demek, sağlam bir yakıt tankının olduğu anlamına geliyor. Wilson Tannessee’li, hali vakti yerinde, sınıf mücadelesi görmemiş, savaş- göç yaşamamış bir beyaz Amerikalı… Biraz uzaktan bakınca Wilson dertsiz, ama insanoğlunun en tipik özelliklerinden biri sorunsuz kalamaması. En sorunsuz gözükenlerimizin başına musallat olabilecek belaların başında da paranoya geliyor. Cep dolu, cepken dolu, eli kulağında bir tehdit yok; o zaman eldekini koruma güdüsü kaslanabiliyor ve paranoya için en uygun koşullar oluşabiliyor. En güçlü hikaye “en kötü senaryo” da bir paranoyaklık hikayesi – Wilson’ın “söyleyecek bir şeyleri”nin başında gelen şey de paranoya.
Wilson’ın sıkan ayakkabısı paranoya. “en kötü senaryo”da hikayeyi yazdıran duygu ile Wilson’ın hikayeye can veren tuhaflıklarla dolu çatısı sonunda tam olarak öpüşüyor. Wilson'ın diğer hikayelerinde de bu iki unsurun kesişim kümeleri elbet var ama “en kötü senaryo”daki gibi tencere kapak gibi oturduklarını söylemek zor. Kitaptaki diğer hikayelerde bu iki unsurdan ayrı ayrı keyif alınabilir ama bunların bir sinerji yaratarak pek mümkün değil.
Zeki buluşlara dayanan çatılar kurmak, eksantrik karakterler yaratmaya zaman harcamak, mizahı meram anlatmak için bir araç olarak hikayelere yedirmek ve sürreal çerçeveler yaratıp içlerini örmek.. Baktığımızda Wilson’ın Etgar Keret ile benzer yönleri çok var. (Keret’in “Tanrı Olmak İsteyen Ötobüs Şöfürü” isimli hikaye kitabı ile ilgili yazıma ulaşmak için buraya tıklayınız.) Ancak Orta Doğulu Keret’in tüm hikayelerini kolaylıkla besleyebilecek ayağına iki numara ufak gelen sıkı bir çift ayakkabısı var. Keret’in en umut dolu en eğlenceli hikayelerinde bile Orta Doğu’nun karanlık, acı kokan arka plan tınısını duymak mümkün. Wilson’ın hikayelerini okumuş olmak, derdi olan hikaye yazarlarının sıfır noktasından nasıl, en yöne saptıklarını, dertlerinin onları nerelere taşıdığı görmek için de bir referans sağlayabilir.
Wilson, kitabın sonunda ayrı bir bölümde, hikayelerine ilham veren öyküleri ve yazıları okur ile paylaşıyor. Bu Wilson’ın fırınını anlamaya bir anahtar sunuyor. Bence hoş bir ikramiye. Fang Ailesi’nden beri yeni kitap yayımlamayan Wilson’ın ikinci romanı/üçüncü kitabı “Perfect Little World” (Mükemmel Ufak Dünya) Ocak 2017’de Amerika’da raflarda olacak.
Kimlere uygun:
- İlginç kurgular arayanlara
- Yalnızlık ve/veya aile konuları bugünlerde gündeminde olanlara
- Gerçeküstü kurgular içinde gezerken de rahat edebilenlere
- Taze hikaye sevenlere
- Duruluğa tebrik atanlara
- Mizah ve karanlığın beraberliğini havalı bulanlara
- Tuhaflıklar karavanlarıyla eğlenebileceklere
Kimlere uygun değil:
- Esnemeyen Realistlere
- Popüler kültür mücevherlerinden bihaberlere - takip zorlaşabilir
- Gereksiz sokakları olmayan, ekonomik hikayeleri sevenlere
- Geleneksel, güçlü ve “tumturaklı” hikayelerin peşindekilere
- Derdi olan yazarlarla vakit geçirmeyi tercih edenlere (koşun Primo Levi'ye)
Görsel Kaynakları: Cor Graves - Society6 , Apiemistika, Dazed, how to be a DAD, Tiger Droppings, Kevin Wilson