İnsan olmanın gaddarlığından kurtulmaya acı reçete: Çiçeğe Dönüşmek
Güney Koreli yazar Han Kang’ın 2016 Uluslararası Man Brooker Ödülü’ne layık görülen Vejetaryen isimli romanı, beraberlerken yekpare bir bütünün parçalarıymış gibi davranabilen üç hikayeden müteşekkil. Vejetaryen, Moğol Lekesi ve Alev Ağacı isimli hikayeleri birbirlerinden ayırıp inceleyince; uzanıp dokunmaya çalıştıklarının, ruh hallerinin, okura karşı takındıkları tavırlarının ve amaçladıklarının oldukça farklı olduğu görülüyor. Ancak, olması gerektiği gibi arka arkaya sıralandıklarında birbirlerinin derinliklerine uzayıp kolayca iç içe geçmişler ve hep beraber toplamlarından fazla edebilen bir roman olabilmişler. Kang, sırasıyla üç hikayeyi kitabın kadın kahramanı ve odağı Yonğhe’nin kocasının, kız kardeşinin kocasının ve kız kardeşinin ağzından aktarmayı tercih etmiş. Hikayelerin temel özelliklerinin, sahnenin ve arka planda birikenlerin hikayeden hikaye değişmesi sadece 158 sayfa uzunluğundaki kitaba doğal bir hareket katmış, bu yapısal dinamizm Kang’a gerektiğinde ayağını daha uzun süre frende tutabilme, dilediğinde zamanı durdurabilme fırsatı ve özgürlüğü vermiş.
Roman; evli, çocuksuz, pek çok açıdan sıradan ve sıkıcı duran Yonğhe’nin gördüğü dehşet verici rüyalar ertesinde bir anda et yemeyi bırakması ile başlıyor. Hikaye yüzeysel olarak vejetaryenlik felsefesine dayanacak gibi duruyor. Sözün, ilk hikayeyi ağzından dinlediğimiz kocadan alınıp rüyalarını anlatsın diye Yonğhe’ye verildiği kısa geçişler kitabın devamında okurun başına gelecekleri ve kitabın yuvarlanacağı deliği hafif hafif hissettirmeye başlıyor. Aslında, Yonğhe’nin vejetaryenliği seçen birinden ziyade et yemeyi şiddetle reddeden bir hepçil (omnivor) gibi davranması Yonğhe’nin vejetaryenliğinin bir son teşhis değil; daha çetrefilli bir sorunun ilk semptomu olduğu daha baştan okurun önüne duruyor. Kadının vejetaryenliği veganlığa kaydıkça, diğer insanlarla iletişimi de zayıflamaya başlıyor. Bu aşamada baş kahramanın iletişimsizliğini bir araç olarak kullanan Kang, fırtına başlamadan önce sahneyi farkındalıkları ve duygusal zekaları pek de yüksek olmayan diğer aile bireylerine ördürüyor.
Kang okurla ilişkisini sınırlı tuttuğu ve dönüşümünü/düşüşünü izlettirdiği Yanğhe’yi, bunlara rağmen tek ilişki kurulabilir karakter olarak hazırlamış. Okuru Yonğhe’yi sahiplenmeye ikna ettikten sonra, Yonğhe’yi okurdan hep uzakta tutuyor. Kang, kitap boyu Yonğhe gibi, okuru da yalnızlaştırıyor ve kitabın devamında içine girmesini istediği ruh haline sokuyor. Sinsice! Kang’ın direkt okurun tavrını hedef alan başka oyunları oluyor.
Kang burada yine okuru istediği kıvama getirmek adına bir hamle yapmış: Koca, ölüm tehlikesini yeni atlatan hastanedeki karısı ile ilgili “Şaşkınlıktan ya da utançtan ziyade karıma karşı güçlü bir nefret hissettim.” diyor. Burada Kang okuru kocaya karşı tek cümlede iki kere kışkırtıyor. Kang’ın planı; okuru çifte itiraz ile kocaya karşı bilemek: okurdan kocanın hissettiğine de (güçlü bir nefret) , hissetmeyip hissetmesi gerektiğini düşündüğüne de (şaşkınlık ya da utanç) itiraz talep ediyor…
Ataerkil Kore kültürü resme psikolojik şiddet ve hatta kaba kuvvet olarak dahil oluyor ve Yonğhe’nin ailesinin erkekleri- özellikle kocası ve babası- ile girdiği çatışma kitabın üzerinde yükseldiği temel sorunun Yonğhe’nin protein eksikliği olmadığı artık önceki imaları da aşarak, apaçık ortaya çıkıyor. Yonğhe’nin dünyayla yeni iletişim tarzı dönüştükçe ve tutturduğu yol koyulaştıkça roman, başladığı zamanki ilk kabına-kabuğuna sığamamaya başlıyor ve deri değiştirmek durumunda kalıyor. Deri değişimleri yeni hikayelere geçişler olarak okunabilirler.
Tüm hikayeler yüzlerini Yonğhe’ye dönmüş olmalarına rağmen, anlatıcılar değiştikçe olan biteni işleyip sunan zihinler ve buna bağlı olarak da hikayelerin okura sunulduğu perspektifler değişiyor: İlk hikaye, eş olarak düz bir kadın isteyen, kendi de düz kocanın dönüşümlere adaptasyon sağlayamayıp atalet gösteren empati fakiri geleneksel yapıdaki zihni filtresinden süzdüklerini sunuyor. Okur, bu perspektiften Yonğhe’nin yıllar boyu içinde gerilen okun artık serbest kalıp yaydan fırlamasının vahşi hikayesini izliyor.
İkinci hikayede bir baltaya sap olamamış, sanatına kimlik kazandıramamış, kabuğunu kıramamış, çarpık zihninin kapısını açacak anahtarı bile bulamamış, maddi ve ruhsal olarak karısına bağlı enişte karakteri eline kamerayı ve mikrofonu alıyor. Yonğhe ve insanlığın gaddarlığını üstünden temizleme gayreti ve bu yaşında hala yok olmayan kalçasındaki bir çiçeğin taç yapraklarını andıran Moğol lekesi ile eniştenin sanatı, fetişizmi ve takıntıları bir anda ikisini arasında bir köprü oluşturuyor. Şehvet ve sanat devreye girerek işleri karmaşıklaştırıyor: Fırlayan okun delip geçtiği et; yoluna çıkanlara verdiği zarar, yıktığı ilişkiler ağı, parçaladığı rutinler ve inanışlar; okun yarattığı boşlukta fırsattan istifade filizlenerek birbirlerine dolanan kan, ten, sanat ve takıntıların şehvetle sulanıp serpilmesi ve sonunda yatağında akan sistemin büyük bir sarsıntıyla dağılması ikinci hikayenin konusu oluyor.
Son hikaye, artık kasırganın yıktığı düzenin molozları altından ölü ve yaralıları çıkartmaya, kangren uzuvları ampüte etmeye, ümit kesilenlerin fişlerini çekmeye, bir son durum muhasebesi yapmaya ve açıkta kalan halatları birbirlerine bağlamaya ayrılmış. Kang bu hikaye için pek çok açıdan Yonğhe’nin zıttı bir karakter olan kız kardeşi İnhe’yi görevlendirmiş.
Kafa kafaya çarpıştırma: Kang’ın Yonğhe’si vs Loe’nin Doppler’i
Yonğhe’yi ve Yonğhe’nin dönüşümünü anlamak için Erland Loe’nin Doppler adlı romanındaki yine Doppler isimli karakteri ile Yonğhe karakterini karşılaştırmak faydalı olabilir (Doppler ile ilgili yazıma ulaşmak için tıklayınız.). Doppler de, Yonğhe de bir tetikleyici ile zihnen kırılıp, başka karakterlere dönüşerek sahibi oldukları romanları sürüklediler. Ancak Yonğhe ile Doppler’i ayıran temel farklar var. Doppler buzda kayıp düşmeden önce toplum ortalamasından çok da uzağa düşen bir karakter değildi. Doppler’in düşüşü zihninde birikmiş malzemeyi bir tarife bakmaksızın karıştırarak, büyük bir şans eseri, bambaşka daha özgür bir yapıya dönüştürmüştü. Doppler’in zihninin topografyası değişti ve artık başka türlü işlemeye başladı. Bu yepyeni zihinle Doppler kafatasının içinde bir bahar temizliğine girişti. Temizlik devam ettikçe Doppler değişti, dönüştü. Yonğhe’nin başına gelenler ise zihnine uzun zaman önce bırakılan yumurtaların hayatın yavan ve ılık durağanlığında yavaş yavaş olgunlaşıp çatlaması olarak görülebilir, ya da belki nem içinde duran bir ahşap koltuğun içten içe çürüyüp, ilk zorlamada kırılması olarak... Yonğhe’ye bakınca dönüşümünün içinde Doppler’de olan gibi bir şans faktörü gözükmüyor. Yaratıcısı Loe’ye göre, herhangi birimiz yarın düşüp kafamızı vurup Doppler’in yaşadığına benzer bir tecrübe yaşayabiliriz. Ama Yonğhe’nin insanlıktan kaçmaya başlaması öyle anlık bir zara bağlı değil; Yonğhe’nin zihni, geldiği noktada bir dönüşüm yaşayacaktı. Tek soru “ne zaman?”dı.
Rutinleri içinde sıkışmış mutsuzların, kendilerinden de mutsuz hikayesi Vejetaryen. Kang, dışarıdan bakınca fark edilemeyecek bu mutsuzlukları ifşa etmek için kupkuru, çoğunlukla mekanik ve kuralcı, -mış gibi yapmaya alışık hayatlardan alelade bir ilişki ağı – bir aile yaratmış ve üstlerine tüm sistemi iltihaplandıracak bir dert eklemiş. Tüm bu kumpası kuluçka süresince, iyi bildiği vejetaryenliğin arkasına saklamış. Vejetaryenlik ve Doğu kültürüne özgü sorunlardan yapılma dış kabuk çatladıktan sonra okur, Kang’ın artık serbest bıraktığı, kabuktakilerden daha evrensel sorunların oluşturduğu girdabının etrafında döne döne her şeyin merkezine yaklaşıyor.
Vejetaryen, ilk bakışta klişe gibi duran ama aslında içinde bir hikmet barındıran verimi yüksek cümlelerden fazlasıyla barındırıyor:
Kang, kabuğun altında delilik ve aklıselim, güzellik ve dehşet, gelenekler ve yenilikler, sanat ve garip, bireysellik- kolektivizm ve aile gibi çok sayıda çatışma alanı açmış. Kang’ınki, tek bir fikrin etrafına sarmaşık gibi yayılan bir iş değil, çok cepheli bir topyekûn savaş.
Düşünce balonu: “Tüm bunlar anlamsız.”
Kang tüm cepheleri kendisi açmıyor, her iyi sanat eseri gibi izleyiciye/okura eserle beraber yaşadığı tecrübesini zenginleştirecek bir alan bırakıyor:
Zaman normal işleyişinde akarken, olaylar ardı ardına olup geçerken; öncelik sıraları, istekler, prensipler, ahlak setleri, işleyişler, kurallar ve kırmızı çizgiler hayatların içini doldurup, çevresini sınırlarken... yani , hayat akarken. Bu akışı yaratan düzen içinde insan hayata devam etmek için, hareket etmek için motivasyon ve enerji veren abes ya da can alıcı nedenler bulabilirken “Tek Bir Olay”ın her şeyi anlamsızlaştırdığı o an... Anlamsızlığa ayılan o an – hayatın içine doldurulanların ve hayata kontur olarak çizilen sınırların anlamsızlığına ayılan o an. İnsanın vahşiliğini ve gaddarlığını görmemek için verilen onca çabanın boşa çıktığı ve masumiyeti hepimizden söken vahşet ve gaddarlığı kabullenmenin kaçınılmaz olduğu anın anlamsızlaştırdığı yaşamın orta yerinde doğan umutsuzluk. Çatışmayı kaybetsen, hatta savaşı tamamen kaybetsen de, teslim olsan da, mücadeleyi tamamen bırakmaya karar versen de; artık durup dinlenebileceğin bir konfor alanının kalmadığını fark etmenin ilk şaşkınlığı ve ardından sonu gelmeyen bir öfke. Vejetaryen, Kang’ın tüm açık mesajlarının, kavgalarının, cephelerinin yanında, hafif bir pusun ardında bana “o anı ve o anın yarattığı umutsuzluğu ve umutsuzluğa rağmen saklanıp dinlenememenin yorgunluğunu” da hissettirdi. Az şey değil.
Balon sonu
Çeviriye üç dokundurma:
“Bu ne ya lanet olası” --- diye bir cümle var kitapta, evet maalesef var. Bu topraklarda ya "siktir git" denir, ya "allah belanı versin" John Wayne mi konuşuyor? (Gereksiz)
“Sihirsel” de var, ah şu -sel eki… Kolaya kaçma eki. (Uydurma)
“Yonğhe”- Latin alfabesiyle yazılmamış isimler okundukları gibi yazılmalı, ama bu yazılanı okuyabilen beri gelsin – 10 kişi okusak 10 farklı ses çıkartırız. Olmayan kurallarla ses uydurmak yerine mevcut kurallarla en yakın sese yaklaşsak da ortaklık bozulmasa - edit: Sonunda sesi dinledim영혜 – o “ğ”ye ne gerek var “Yonghe” yeterli duruyor. (Zorlama)
Kimlere uygun:
- Vahşet’in ağırlığı altında kitabın dokunaklı boyutunu ezdirmeyeceklere
- Motivasyonlarını görebildiği sürece uğursuz karakterlerle sorunu olmayanlara
- Verimli ve fazla kilosu olmayan romanları sevenlere
- Olaylardan çok karakterler üzerinden yürüyen romanlara
- Avangart eserlerin yeni tatlarına açık olanlara
- Esas oğlan/kızla arasında mesafe olmasını sorun etmeyeceklere
Kimlere uygun değil:
- Fazla verimli kitapların hızından yorulan, önemli yol ayrımlarında zaman geçirmeyi seven okurlara
- Çok fazla çatışma alanı olup, hepsini tek kavgada çözümleyen hikayeleri yüzeysel bulanlara
- Odağa konulan karakterin perspektifinin paylaşılmamasını eksiklik olarak göreceklere
- Çaresizlik ve tutukluk hislerini esneme gibi kendine kopyalayanlara
- Biraz mızmız ve kendine acıyan karakterlere tahammülü olmayanlara
- Örtük duygular, doğuya özgü dolaylı iletişim ve uzun süre baskılanan acıları fazla dramatik bulanlara
- İstismar ve korku öğelerini okudukları kitaplarda zinhar istemeyenlere
Görsel Kaynakları: Blog Naver, Brunch, Daum, NY Times, Yiğit Özgür, Francesco Sambo,