Türkiye’den Öyküler
Görselleşen ve teknolojiyle nabzı yükselen 21. yüzyılda öyküler, edebiyatla ilişkide kalmanın en kolay yolu olarak gözükebiliyorlar. Ancak öykü okumak, aslı –roman– olmadığında ikamesine razı olmak, zaman darlığı gibi kısıtlar sebebiyle ikinci en iyiyle idare etmek demek değil. Öykü, romanın kısası olmadığı gibi, edebiyatın bu iki dalı birbirlerinden oldukça farklı tecrübeler vadediyorlar. Romanlar, ilgilendikleri alanda diledikleri kadar derinleşip ve nefesleri tükenene kadar dilediğince konuşabiliyorlar. Romanın ortaya çıkmasına vesile olan fikirler ile kurgunun bir senkron yakalayabilmesi ve bunun sürdürülmesi için sürekli bir kontrol ve uyumlama çabasına ihtiyaç var. Her roman içinde varolacağı kendi evrenini kurmaya, bu evrenin içine yayılıp onu doldurmaya enerji harcamak durumunda. Yayılma esnasında roman yağlanabiliyor ve hatta hantallaşabiliyor. Öyküler ise doğaları gereği yağlanamazlar –yağlandıklarında tür çalışmaz; öykünün büyüsü bozulur. Öykülerde her türlü fazlalık göze batar, üretimin bir aşamasında elenir. Ayrıca öyküler, yüksek devir hızlarıyla, bitirmenin ve başlamanın keyfini de daha sık yaşatıyorlar ve çarklarının yüksek devir hızı, okuma alışkanlığının sürdürülmesine ve okuma iştahı oluşmasına katkı sağlıyor.
Kaynak: sabitfikir Aralık 2018, Kararsız Okur-idefix