Yürümek: Yarışmacı olmayacak bir tarzda bir ayağı diğerinin önüne taşıma
Immanuel Kant, bugün Rusya toprağı olan dönemin Prusya şehri Köningsberg’de her gün aynı rotayı, hemşerilerine saatlerini ayarlatacak bir adanmışlık, takıntı ve dakiklik ile yürürdü. Kant’ın, hayatı boyunca bu ritüeli sadece iki kere bozduğu söylenir; biri Jean-Jacques Rousseau’nun Emile’inin erken baskısına mümkün olan en kısa sürede kavuşmak için, öbürü de Fransız Devrimi’nin ateşine kendine kaptırdığı esnadadır. Tıpkı Rousseau için olduğu gibi Nietzsche için de yürümek çalışmanın bir parçasıdır. Nietzsche; kavramlar sentezlemek, içeride uçuşan pırıltıları işleyebilemek, kavramlar arasına köprüler örerek parçaları birbirlerine bağlamak, fazlalıkları budamak için belli bir rotaya sadık kalmaksızın keşiş gibi dere tepe yürümüştür... Tarih boyu, Dickens’tan Beethoven’a, Aristoteles’ten Kierkegaard’a sayısız deha, yazar, filozof, düşünür; ham fikirleri işleyecek, henüz nebula kıvamındaki fikir bulutları üzerlerinde çalışabilecek zihinsel imalathanelerini ancak yürürlerken etkinleştirebildiler.
Montaigne “Oturunca düşüncelerim uykuya dalar” der. Aslında fiziksel olan yürüme eylemi, zihinsel çalışma masasının üstünü boşaltır; kavramsal süreçlerin çarklarını yağlar, hareket alanı sağlamak için zihni örten yeni bollaştırır. Yürümek, nöronların aralarında taze bağlar oluşmasına, yeni ilişkiler kurulmasına fırsat veriyor; beynin kendini dönüştürmesini sağlayıp, plastisitesini artırıyor. Edebiyat da zaman zaman, uzun yürüyüşleri ya üretim yaptığı bir fabrika olarak ya da kendi mıntıkasında yaratılanları taşımak için okura uzanan bir kanal olarak kullanmakta... Bu ay Kararsız Okur’u yürümek, zihinsel üretim ve edebiyat arasındaki bağlantılara ayırdık.
Kaynak: sabitfikir Eylül 2018, Kararsız Okur-idefix