Entelektüelin Kırmızı Halısı Üzerinde Postmodern Karalamalar
Wittgenstein’ın Metresi – David Markson (çev. Pelin Angı- Suat Kemal Angı)
Roman, 260 sayfa, Jaguar Yayınları
Karanlıktan bitki örtüsünün bile seçilemediği aysız bir gecede, ıssız bir coğrafyada, tek başına tek katlı bir kulübe hayal edin. Kulübenin orta yerine, yalnızlıktan kendi içine kıvrılıp kıvrılıp kördüğüm olmuş ruhuyla odanın ortasında dikilen 50’lerine merdiven dayamış, üstünde kendine 3 beden büyük futbol formasıyla menopozun kıyısında bir kadın yerleştirin. Kadının, seneler boyu uzun ve derin düşünmekten donukluğu artık kronikleşmiş gözlerine tezat bir çeviklikle zihnindeki felsefi molozu elindeki kömürle duvarlara karalamasını izleyin. David Markson’ın deneysel, felsefi ve postmodern boşlukları-sen-doldur romanı Wittgenstein’ın Metresi’nin başkahramanı Kate, varlığınızın farkında bile olmadan size anlatıyor, sizin için karalıyor 280 sayfa boyu.
Roman boyu aracısız muhatabınız sadece Kate; Markson’ın kurgusunda Kate dünya üzerindeki son insan ve dünyayı dolaşıp ikinci bir nefes ararken yalnızlıkla zayıflayan zihni melekelerininartık kafasının içindeki birikimi taşıyamamasıyla kustuğu entelektüel ifrazatla sizi tebelleş ediyor. Kate bir olasılık da deli ve son insan olduğunu sanıyor, belki de öznel beni tek gerçeklik gören solipsizmden mustarip. Hangi olasılığın doğru olduğunu düşünürseniz düşünün, üzerinde ittifak edebileceğimiz bir gerçek var ki; Kate çok yalnız. Ama, buraya dikkat, son insan olmadan önceki zamanlardan daha yalnız da değil.
Kate’in kafa karışıklıklarının, ekolandıkça dönüşen sesinin ve kendi kendini defalarca yalanlamasının doldurduğu hayali kulübe, okuyucu için kimi zaman içinde durması zor bir yer haline gelebilir. Kate’in kendi söylediklerinin üstünü karalayıp karalayıp, hayali duvara yazdıklarını defalarca değiştirmesiyle felsefi iskeletin bekledikleri beraberce romanı zaman zaman fazla talepkar hale getirebilir. Ancak bu özgün kitap için bu ufak rahatsızlıklar çok da yüksek bir yatırım değil. Yayıncılar tarafından tam 54 defa reddedilen roman, ilk yayımlandığı 1988’den beri hemen hemen hep övgü duydu ve günümüzde üniversitelerde okutulan çağdaş roman derslerinin temel eserlerinden birine dönüştü.
Kate ve monoloğu kitaptaki devinimin ana kaynağı, ancak esas kavga kulübe duvarlarına yazılanlar üzerinde veriliyor. Okur zihnindeki savaş alanlarına sırtlarında mühimmat taşıyanlar Cervantes’ten Pollock’a, Hegel’den Monet’ye, Brahms’a, Mauppasant’a, Sokrates’e dünya kültür mirasının ağır işçileri: Entelektüel/felsefi/sanatsal kırmızı halının üzerinde geleneksel Macy’s geçit törenindeki gibi geçen entelektüel/felsefi/sanatsal tarihi figürler kitabın temel fikir taşıma, çarpıştırma ve meram anlatma araçları…
Kitapta Wittgenstein’ın Tractatus’unu hatırlatan tek şey kitabın ismi ve zaman zaman ortaya çıkan Wittgenstein anekdotları değil: Kısa, tek cümlelik paragraflar seliyle ilerleyen kitap, iletişim konusuna da Tractatus’tan az duyarlı değil.
Uçuşan paragraflar, ıvır zıvır anekdotlar, sınırları zorlayan konudan konuya atlama hızı ve git gellerin yüksek frekansı kitabın akışının rastsallığın kontrolünde olduğu hissini uyandırabilir. Kaos hissi dikkat dağıtabilir. Ancak akıştan çıkıp, kitaba bir iki adım geriden bakmaya başlayınca romanın hikayesini yazacak yapı taşları olan öbekleri, spiralleri, birbirlerinin içine giren dokuları yakalamak mümkün. Bu noktadan geriye dört adım daha atınca artık ana hikayedeki desenler ayan beyan ortaya çıkmaya başlıyor. Wittgenstein’ın Metresi’nde her seviyede farklı düşünce gıdası bulmak mümkün.
Uçuşan paragraflar, ıvır zıvır anekdotlar, sınırları zorlayan konudan konuya atlama hızı ve git gellerin yüksek frekansı kitabın akışının rastsallığın kontrolünde olduğu hissini uyandırabilir. Kaos hissi dikkat dağıtabilir. Ancak akıştan çıkıp, kitaba bir iki adım geriden bakmaya başlayınca romanın hikayesini yazacak yapı taşları olan öbekleri, spiralleri, birbirlerinin içine giren dokuları yakalamak mümkün. Bu noktadan geriye dört adım daha atınca artık ana hikayedeki desenler ayan beyan ortaya çıkmaya başlıyor. Wittgenstein’ın Metresi’nde her seviyede farklı düşünce gıdası bulmak mümkün.
Kate’e ve hikayeye dönersek, kahramanımız insanlığın zaman içinde kültür ağlarının arasında biriktirdiği entelektüel tortunun ışımasına “aklı başında” hayatı boyunca maruz kalmış. Şimdi bu birikimin içinde darboğazlar yaratan insanlığın büyük soruları, son insan olarak onun sırtında… Ancak Kate, cevaplar aramak yerine, yalnızlığın yorgunluğuyla, ışımaya maruz kaldığı süre boyunca biriktirdiği yükünün solan hatırasını size/bana anlatarak hafiflemeyi seçmiş.
Kitabın karakteristiklerinden ve alametifarikalarından biri de zaman konusuna yaklaşımı: Sayfalar ilerledikçe kitabın bütününe yavaş yavaş yayılan umutsuzluk dolu karabulutu dışarıda bırakırsak, kitaba bir zamansızlık hakim. Markson zamanın zorunlu ihtiyaçtan ötesadece gerektiğinde kullanılabilecek bir araç olduğunu göstermek istiyor gibi. Kitaba bir noktadan sonra hakim olan karabulut, kitabın ikinci yarısında ilk bölümde konuk ettiği ünlüleri tekrar sahneye çağırıp, sıkı bir aşağılamayla silkeliyor. Kitabın sonundaki toplu resimde tekrardan itibar iadesine kadar sürecek olan bu kademeli kararma, zaman tayini ve zamnın yönü için kullanılabilecek tek gösterge.
Zamanı denklemden çıkartmak mı Markson’ın yaptığı, yoksa tavuğun göğüs etini tatlıda kullanmak gibi alışık olmadığımız bir yerde ve alışılmadık şekilde bir yapı malzemesi olarak kullanmak mı? Birinci, ikinci ve üçüncü anlamlarıyla “ilerleme” dediğimiz şeyin, zaman mevhumu ile korelasyonun pozitif olmasını, yani ilerleme ve zamanın her zaman aynı yönde hareket ediyor olmalarını, acaba yanlış mı okuyoruz? Aslında ilerlemenin reçetesinde zamanın da bulunmasının nedeni evrenin işleyişinin getirdiği bir tesadüf mü? Kafaların içi, kainatın parametreleri kadar kesin kurallara tabii değil; kafa sahibi “Ol!” deyince oluyor çok şey. Markson’ın tam niyetini bilmesek de zamanı alışılmadık yerlerde kiriş/kolon yaptığını görmek kolay. “Shakespeare etkisinde yazılan orijinal yunan oyunları” konusunu işlemesi harika.
Kitabın, güçlü ve felsefi sert kabuğun altında kitaptan bahsederken atlanmaması gereken kalp parçalayan kısa ama duygusal dramatik bir hikayesi de var. Felsefe ve biçimle boğuşmak da yeterince tatmin edici ancak eğer ki bu yaban çerçeveye alışıp diğer duyularınızın hissizliği geçerse, bahsi geçen yumuşak öz kitaba ve tecrübenize boyut ekleyecek servisi yapıyor.
Son tahlilde, Wittgenstein’ın Metresi alışılmadık tarzı, zenginliği ve sunduğu yeniliklerle bazılarının mutlaka okunmalılar listelerine dahil edilebilecekleri bir roman. Ancak bir kaç açıdan okuyucuları zorlama potansiyelini de sırtında taşıyor. Serbest çağrışımlar ve serbest düşmeler okuru “Artık tutun bir yerlere!” diye bağırttırabilir. Öyle 7 duraklı metromuzda “15 dakikam var biraz kitap okuyayım” diye bölüne bölüne okunabilecek bir kitap hiç değil. Ayrıca çok farklı alan çok kereler ziyaret edildiği için, sündürülmeye hiç uygun değil: Başlayıp birkaç gün içinde bitirmek bence önemli. Kısa süreli ama kesin bir adanmışlık talep ediyor. Ancak bütün bu koşullar sağlansa da Wittgenstein’ın Metresi’yle tanışmak dikensiz gül bahçesinde bir gezintiden epey fazla efor istiyor. Kitabı bitirmeyi erteleyecek okurları anlayabiliyorum. Kızdırabilecek, sıkabilecek, irrite edebilecek, hayal kırıklığı çukuruna düşürebilecek tuzaklar kitapta bolca var ancak sonunda kitapla belli bir frekansı yakalayabilirseniz sizin de mutlaka okunmalı listenize girmeye aday. Elinize alamaya karar verdiyseniz terlemeye de yeni silahlarla donanmaya da hazır olun.
Kimlere Daha Uygun:
· Yepyeni, deneysel modern işlere ilgi duyanlar
· Sanat tarihi 101 ve felsefe 101 sınavına bugün girseler en azından B- alabileceğine inananlar
· Hengameler içindeki desenleri yakalayabilenler
Kimler Bir Kez Daha Düşünmeli:
· İki Ağır kitap arası bir roman patlatayım diyenler,
· Yolculuk kitabı arayanlar,
· Tatil kitabı arayanlar
· Giriş-gelişme-kırılma-zirve-son yapısında rahata erenler
· Laf ağızdan bir kez çıkarcılar