Havai Fişekler ve Yanlışlıkla Ölen Sossamon'un Ağzına Konan Cümleler
Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü - Etgar Keret ( çev. Avi Pardo)
Hikaye Kitabı, Siren Yayınları
Bugüne kadar dergide hep yeni çıkmış ya da Türkçeye yeni çevrilmiş kitapları yazıyordum, ancak madem artık kurallarını kendim koyabileceğim kendi evime çıktım, bundan faydalanıp çok da yeni olmayan kitapları zaman zaman elime alıp “Bakın bu da böyle bir şey, bence.” diyebilirim. Yazarlar aleminde Chuck Palahniuk, Bret Easton Ellis, Irvine Welsh, Lidia Yuknavitch gibi yazarlarla aynı familyaya bağlı, yeni sürüm modern batı edebiyatının Ortadoğu’daki en parlak temsilcisi İsrailli yazar Etgar Keret’in 2004 yılında yazdığı Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü (TOİOŞ) benim genel damak tadıma uygunluğunun da sağladığı avantajla bu “Oldies But Goldies/ Eski Ama Şahane” serisinin ilk kitabı oldu.
1967 doğumlu Keret’in imza işlerine bakarsanız, 2-3 sayfayı geçmeyen ama çok sayıda fikrin ve entelektüel Evreka anının alaşımı hikayelerini ve beyaz perde için hazırlanmış; bana kamera bulun diye bağıran novellalarını görürsünüz.
TOİOŞ iki kategoriden de örnekler barındırması açısından önemli: 150 sayfalık kitabın ilk üçte ikilik bölümü her bir roketin bir fikre karşılık geldiği hızlı, yoğun ve sıkı bir havai fişek gösterisi gibi geçen kısa hikayeler silsilesinden oluşuyor. Son 50 sayfaya ise İngiliz-Fransız-Havai Yerlisi-Flaman-İrlandalı-Filipinli-Alman ecdadıyla tüm ırkları tek potada eritmeyi başarmış Shannyn Sossamon’un parladığı "Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikayesi" filminin sırtını dayadığı hikaye el koymuş: Kneller’in Mutluluk Kampı.
Keret de Chuck Palahniuk gibi, hikayelerini önceden belirli bir plana oturtmadan kolları sıvayanlardan; yazarken keşfede keşfede ilerlemenin getirdiklerini, önceden belirlenmiş bir çerçevenin içini boyama kolaycılığına tercih edenlerden. Bu yöntemin akıştaki sürprizlerin inandırıcılığına önemli katkı sağladığı aşikar, bunun yanında yöntem, yazarın kitapla ilgili ilk fikri bulduğu günkü heyecanını tüm yazım süreci boyunca korumasını sağladığından coşkulu, eğlenceli kitaplar üretmeye yatkınlık sağlıyor ve hayal gücünün süreç boyu devrede kalmasıyla yaratıcı hamlelere en uygun ortamı hazırlıyor. Burada benzetme yaparken Palahniuk’un hakkını yemeyelim, plansız bölüm bölüm yazmanın romanlarda kullanılması daha zor ve tıkanmalarla patinajlara daha açık. Palahniuk’un hiçbir romanı bu rahatsızlıklardan mustarip olmadığından yeri gelmişken kendisine bir ufak şapka selamı atabiliriz.
Keret’e dönersek, çok sistematik olduğunu ve organize çalıştığını söylemek de zor; her gün yazmıyor ve belli bir programa bağlı çalışamıyor. Bahsi geçen esneklikler, çatıyı oluşturmadan kolları sıvama güdüsü ve hayal gücünün kervanı yolda düzeceğine olan inancıyla birleşince zaten daktilosunun şekli şimali yavaş yavaş görünür olmaya başlıyor. Keret’in ve inandırıcılık sorununa bağışıklığı olan sürreal hikayelerine coğrafyasından ve aile geçmişinden taşıdıkları ve basit, direkt, kemiksiz, yağsız yazım tarzı ile kendine özel bir tadının olmaması zaten zor.
Günümüzde Tel Aviv Üniversitesi’nde dersler veren Edgar Keret’in annesi de ve babası da soykırımdan kurtulmuş Polonya Yahudileridir ve Keret'in İsrail’de sıkı bir sol kanat mensubu olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bu bagajlarının ve ilgili tecrübelerin gölgelerini hikayelerinde yakalamak kolay. Filistinli yazar Samir El Yusuf ile beraber yazdığı Gazze Blues yine Avi Pardo’nun çevirisiyle yine Siren Yayınlarından yayımlanmıştı. Yazarın politik olarak durduğu yeri ve yazılarına da yansıyan İsrail’in iç dinamiklerini anlamak için Keret’in Guernica dergisine verdiği 17 Ağustos 2015 tarihinde yayımlanan röportajında bahsettiği anısı birçok şeyi özetliyor:
Keret’in üslubunun övgülerin yanında çok sayıda insan tarafından eleştirildiğini de söylemek lazım. Keret, fazlaca uzun paragraflardan virgüllere taşıyabileceklerinden fazla yük bindirmeye “Hikaye Yazımının Altın Kuralları” kitabını sayfa sayfa parçalıyor. Kendisine zaman zaman işin zanaat boyutunu önemsemeyen tavrı nedeniyle gelen eleştirilere karşı tek bir sorusu var: “Hikayeyi beğendin mi?”. Bu eleştiriler tahmin edersiniz ki Akdeniz çukurundaki okurlarından/eleştirmenlerden ziyade Protestan ahlakının hüküm sürdüğü ülkelerde daha çok seslendiriliyor.
Kitaba dönecek olursak, TOİOŞ çok tipik bir Etgar Keret kitabı; koca koca hikayeler tek sıklet merkezlerine çekilip küçücük hacimlere sıkıştırılmışlar. Maymun iştahlı okuyucuya da uyar bu, eldeki fazla fazla malzemeyle oynayıp kendi ekmeğini çıkartmayı sevenlere de.
Okuyucu okuma temposunu bilinçli düşürebilirse ve Keret’in serpiştirdiği ipuçlarının devamını kendi zihinde kovalarsa, kafasının içindeki bazı köşelerdeki örümcek ağlarını gayet güzel temizleyebilecektir. Bazı yeni köşeler yaratmak için de yapı malzemelerini biriktirecektir. Ama TOİOŞ’a talepkar bir kitap demek haksızlık olur. Kitabın yüzeyi gayet sıkı kayganlaştırılmış. Okuyucunun kitapla ilişkisi ve kitaptan alabilecekleri, okuyucunun karakterine ve Keret’in çektiği iplerin okuyucunun zihninde ne kadar kalın olduğuna bağlı. Mesela, Keret’in Borular isimli hikayesindeki yarattığı cennet tanımına bakalım. Bir makara ip bırakıyor okuyucunun kucağına. Siz de deneyin, ipuçlarını zihninizde takip edin . Bakın bakalım neler çıkacak dehlizlerden; ne analizler ne sentezler. Ben en son Devlet Bahçeli ve Zoraki Kral’ı ( King’s Speech – 2010) aynı cümlede kullandıktan sonra bıraktım ipin ucunu:
Hikayelerin hamurunda sürrealizm kadar kitap sathına pek de homojen dağılmamış mizah ve kara mizah bileşenleri de var. Ancak mizah dediğimde hep yanlış yönlendiriyorum hissine kapılıyorum. Öyle kahkaha atmak diye bir şey yok haliyle, ya da flört esnasında oluşabilecek derin sessizlikleri dağıtmakta kullanılabilecek anekdotlar biriktirmek de yok. Yaratılan evrendeki ruh hali, mesajlaşırken “Ahahahaha” yazdığınız zamankine az biraz benziyor. Yoksa siz kitabı okurken dışarıdan yüzünüze bakan bir göz yine taş gibi bir suret görmeye devam edecek yani. Ancak ‘ha’ sayısı burada önemli ve kitapta yeterli sayıda 5 a’lı “Ahahahaha” anlar var.
- Kısa hikayelerle geçen ilk 100 sayfada okuyucuyu neler beklediğine örnekler vermek gerekirse:
- Soykırım müzesinde gördüklerinden etkilenip, yeni Adidas ayakkabılarının derisini dedesi zanneden ve ayakkabılarla maç kritiği yapan çocuk
- Uçakta kıçındaki iki kilo eroinle küçük kız çocuğu kılığına girip diğer çocuklara öğütler veren cüce
- Domuz kumbarasını kırıp içindeki paralarla Bart Simpson bebeği almak yerine kumbarasını doğaya salan çocuk
- Duvar yanında uyuyanlar ve onları yataktan iten birinin yanında uyuyanlar arasındaki ilişkiler
- Özbekistan’daki kükürt kokulu cehennem kapısı
- Sökülen bir ATM makinesinin ardındaki boşluğa dilenerek çağılan bir yalancı ve çıkarcı melek
- İzhak Rabin’in ölümü üzerine bir ağıt niteliğinde hikaye
Etgar Keret’in kamerayla da sıkı fıkı bir ilişkisi var. Skeç yazarlığı ve pek çok kısa filmin yanında, uzun metraj filmlerde de zaman zaman adını görebiliyoruz. TOİOŞ’in son hikayesi Kneller’in Mutluluk Kampı’ndan uyarlanan Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikayesi belki de bu ilişkinin en havalı çocuğu. Keret sadece intihar edenlerin gittiği araf yaratmış. Filmin ismi - Bilek Kesenler - sizi yanıltmasın, yumuşak, eğlenceli ve kafası çalışan bir film.
Öncelikle hem hikayeyi hem filmi çok beğendiğimi belirtmek isterim. Parfüm ve Fahrenheit 451’den sonra hem kitabını hem uyarlama filmini beğendiğim üçüncü kitap-film ikilisi bunlar. Kitap detaylarıyla, atlama taşlarıyla daha İsrailliyken uyarlamada bu detaylar biraz daha dünyalı- belki de Amerikalı hale getirilmiş. Mesela kitaptakahramanlardan birinin ( tabiiki yahudi) bir arapla yaşadığı gerilim anlatılıyor- intihar edenlerin geldiği bir dünyadaki bir arap… Evet, intihar bombacısı. Amerikalı film versiyonunda, böyle çetreflli konulara tabii girilmiyor.
Filme biraz haksızlık etme hakkını kendimizde görürsek, filmi gerçekle bağını kopartmış John Green kitapları gibi bir ‘Aydınlanan Genç Oğlan – Hıyar Genç Kız’ hikayesine indirgeyebiliriz. Kitap, kitap olmasının verdiği avantajla daha derin ve tabii toplanacak daha çok meyvesi var. Bazı önemli ayrıntılarda farklar göze çarpıyor, mesela filmle kitabın sonları bambaşka. 50 sayfacık hikayeyi okuyup üstüne de filmi patlatmak bence şahane bir akşamı garanti edecek program olur.
Kimlere uygun:
- Hayalperestlere.
- Kitapların uzattığı ipuçlarını çekip çekip toplayan ve onları işlemekten keyif alanlara.
- Ama bu çok mantıksız demeden önce oyun sahasının parametrelerini değiştirmeyi deneyenlere.
Kime uygun değil:
- Sürreal işlerden haz etmeyenlere.
- Ayakları hep yere bassın isteyen, roller-coasterlara uzaktan bile tahammül edemeyenlere.
- Hızlı okumakla övünenlere.
- Resim deyince Caravaggio, heykel deyince Michelangelo, Kuş deyince karga diyen; alırsın ford olursun lordculara
- Ama bazı kurallar ortak bir dil oluşturabilelim ve iletişimiz bu bağlamda kuvvetli olsun diye vardırlar vır vır vır cır cır cır cümlesine Beğeni atanlar.
Görsel Kaynakları: Garoa Flicker , Tiny House Living, Amazon.com, Yuval Chen, Goodreads, soliloqueue, Enchanted-dsystopia, , Zeb Love